Gençlik alt kültürleri: Şimdi neredeler?

İnsan, kendisine bir başkasının gözüyle baktığında, gördüklerini her zaman beğenmeyebilir. Özellikle yetişkinlerin, ergenlik çağındaki hallerinin fotoğraflarına baktıklarında hissettikleri; tatlı bir nostalji olmaktan uzak, suratta ekşimiş süt koklamış gibi bir ifade bırakabilir.

Özge Sargın (23)
Stratejik Planlama Stajyeri, Y&R

Ergenliğimizde o gotik saç modelinin, düşük bel pantolonlardan sarkan zincirlerin, bıyıkların, jöleli saçların, damalı bilekliklerin iyi bir fikir olduğunu bize düşündüren neydi? 90’lı yıllardaki Nirvana dinleyicisi ile Yonca Evcimik hayranının ortak noktası olmayı başaran “choker,” yani tasma kolyelerin; 2010’larda Kardashian ailesi ile Didem Soydan’ı da ortak paydada toplaması modanın tekrarı kadar basit değildir. Elbette ki, yetişkinliğimizde garipsediğimiz ergenlik tarzımızı benimsememizin nedeni estetikten öte bir motivasyondur. Tarzımız, reddettiğimiz ve kabullendiğimiz değerleri yansıtırken, bir grubun üyesi gibi aidiyet hissetmemizi sağlar. Bu sayede, birbirinden çok farklı coğrafyadaki insanların “moda trendi” olduğu için kullanmayı tercih ettiği ürünler, kültürel derinlikte bir anlam kazanmış olur. Bebek Patlaması (Baby Boomer) kuşağının Hippi üyeleri gibi, X kuşağının Punk gençleri, kimlik arayışına girdiklerinde; en büyük isyankârlığı, tükettikleri ürünler sayesinde tarzlarıyla yaptılar. Peki, Y kuşağının tarzı, hangi değerlerin manifestosu?

Punklar, Emolar ve Hippiler gibi alt kültürlerin çoğu, dominant hegemonyaya karşı ideolojik ve sosyo-kültürel bir direniştir (Besley, 2002). Üyelerinin çoğunu gençlerin oluşturduğu alt kültürler; yetişkinlerden miras kalıp, dayatılan rollere karşı bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Bu reddediş sayesinde bulunan kimlik, gençlerin kendilerini anlamlandırmalarını da sağlamıştır. Alt kültür, popülerlikten ne kadar uzaksa ve toplumdan ne kadar dışlanıyorsa; o alt kültüre ait giyim tarzı, müzik ve davranışlar da o kadar belirgin ve ayırt edici nitelik kazanır (Besley, 2002). Örneğin, Punk kültürünün manifestosu, monarşiyi reddeder ve kraliyet ailesinin aldığı vergilerden şikâyetçidir (Nikkhah, 2012). İngiliz yazar Jon Savage’a göre Punk alt kültürü; “İkinci Dünya savaşından sonra Batılı toplumlarda oluşan alt kültürlerin, çengelli iğnelerle birbirine tutturulmuş, bricolage’ıdır” (2007). Bricolage; “daha önce birbiri ile ilişkili olmayan nesne, söylem, metin, form gibi şeyleri, yeni bağlamlarda yeni anlamlar üretmek için montajlama ve birleştirme” anlamına gelir (Nedemek.org, 2016). Her alt kültürü bir bricolage olarak düşünmek mümkündür çünkü punk kültürü nasıl çengelli iğneye, zımbalı deri cekete ve Sex Pistols müzik grubunun God Save the Queen şarkısına daha önce ifade etmediği anlamlar bahşettiyse, tarihte bıyıktan, pantolon zincirine kadar çok çeşitli nesnelere de yeni anlamlar kazandırmıştır. Bu bricolage aracılığıyla kazanılan yeni anlamlar sayesinde, alt kültür üyelerinin inançlarını dış görünüşlerine yansıtılabilmek için seçtikleri ürünler ve tarzlar, birer moda trendinden çok daha derin bir anlam kazanır. Ünlü gazeteci Sarah Thornton, alt kültür üyelerinin diğer gruplardan ayrılmak için sahip oldukları, meta ve düşünceler topluluğunun oluşturduğu bricolage’a, “alt kültürel sermaye” ismini verir (Thornton, 2005).

Kültürel sermaye

Peki, Y kuşağı gençlerinin değerlerinin ve tercih ettiği ürünlerinin oluşturduğu alt kültürel sermaye nedir? Önceki kuşakların gençlerinden farklı olarak Y kuşağı gençleri, “isyankâr olmadığı ve ailesine karşı direnmediği için” onlara ulaşmak isteyen birçok insanın ve markanın ses tonunu değiştirmesine neden olmuştur (Barkhorn, 2015). Örneğin, 2013 yılında MTV içerikleri konusunda bir revizyondan geçerek isyankâr tavırlarını bıraktı (Barkhorn, 2015). Her şeyin çok ulaşılır ve değişken olduğu postmodern günümüzde yaşam tarzı gençler için bu kadar evrilmişken, bu kaosun içinden doğabilecek alt kültürler nelerdir? Hiçbir alt kültürün üyesi olamayacak kadar havalı hipsterlar, Y kuşağının alt kültürlerinden biri olarak düşünülebilir. Aldıkları kahvenin Instagram’da paylaşmak üzere çektikleri fotoğrafına, kahveyi içilemeyecek kadar soğutana kadar vakit harcayan, tasarıma meraklı, teknolojideki gelişmeleri takip eden hipsterların; sokaktaki varlığını hepimiz hissetmiştik. Popüler YouTube kanalı Nedir’in sunucularından Billur Bolu’nun özetiyle hipsterların alt kültürel sermayesini; “dar kot, tüm düğmeleri kapatarak giyilen gömlek, erkekler için Kanuni sakalı, bez ayakkabı, kalın çerçeve gözlük” oluşturur (Nedir?, 2016). Hipsterlar, çevreci ve hayvan hakları savunucusu olmak dışında ayırt edici hiçbir duruş sergilemeden, isyankârlıklarını bir ideolojiye karşı direnerek değil, popüler olan her şeyi reddederek gösteren bir grup gençtir. Y kuşağının benimsediği hipster alt kültürü üyeleri, “çabasızca havalı” tarzlarını sokaktan çok online dünyada manifesto eder. Hipster gençlerin, sokakta gösterdikleri kimliklere kıyasla, online hesaplarında yansıttıkları imajlarla daha çok ilgilendikleri dijital bir dünyada, bu şaşırtıcı değildir.

Sokaklardan internete

Londra’daki Kings College Üniversitesi’nden Dr. Ruth Adams, alt kültür gibi bir gençlik hareketinin “artık sokaklarda değil, internette gerçekleştirildiğini” ifade eder (Petridis, 2014). Bir kişiliğe bürünmenin sosyal medyanın popülerleşmesi ile kolaylaştığının altını çizen Adams; online olarak kimlik inşa etmenin, offline olarak etmekten çok daha ucuza patlayacağının da altını çizer (Petridis, 2014). Adams’a göre, zımbalı deri cekete, tasma kolyeye, düşük bel pantolona ve ondan sarkacak zincire ihtiyaç duymadan, sosyal medyada alt kültüre bağlı bazı davranışları sergilemek, “havalılık hiyerarşisinde basamak atlamak için” yeterli olacaktır (Petridis, 2014).

Yetişkinlere ait değerleri reddetmek ve havalı gençler kulübüne katılmak adına bir alt kültürü benimsemek, elbette ki, dijital çağda daha kolay ve ucuzdur. Alt kültür sermayesini, offline hayatta tüketilen somut ürünlerden çok; online hayatta tüketilen paylaşımların oluşturduğu Y kuşağının benimsediği akımlardan birinin de “Tumblr akımı” olduğu düşünülmektedir (Petridis, 2014). Tumblr, tek başına birtakım alt kültürel sermayeyi çağrıştırmasının yanı sıra, “Seapunk” gibi alt kültürlerin oluşmasına da katkıda bulunmuştur (Petridis, 2014). Moda markası Urban Outfitters sosyal medya hesaplarında; Tumblr fenomeni Molly Soda hakkında “Molly Soda gibi Tumblr kızı tarzını yakalayın” başlıklı paylaşımlar yapmıştır (Petridis, 2014). Bu örnekler, alt kültür manifestosunun yapıldığı alanın sokaktan internete taşındığını kanıtlar.

Geçmişin tozlu sayfaları

Alt kültürün internete taşınması, ergenliğimizde aşırıya kaçtığımız anların fotoğraflarını tozlu albüm sayfalarında saklayıp, hiç olmamış gibi davranamayacağımızın haberini verir. Öyle ki, Facebook’un “Anıların” özelliği, bize geçmişte yolculuk yaptırarak, bazen pek gurur duymadığımız anları hatırlatıp, suratımızda ekşimiş süt koklamış gibi bir ifade bırakabilir veya bir arkadaşımız beş yıl öncesinden kalma bir tweet’imizde bize hiç yakışmayan bir şarkı sözüne rasgelebilir. İnternete taşınan alt kültürel sermayenin çoğunluğunu o paylaşımlar gibi online içerikler oluşturur. Peki Y kuşağı neden bu içerikleri tüketir? Yaşıtları tarafından paylaşılan videolar, fotoğraflar ve yazılarda; kendilerinin “sıradan olmasına rağmen üstün,” yani olabilecekleri en havalı hallerini gördükleri için (the Guardian, 2014). Y kuşağının benimsediği alt kültürler; ne isyankar davranışlar sergiler, ne de odalarının duvarlarına posterlerini asmaları için bir idol sunar. DIY neslinin “takip ettiği” ve değerlerini, tarzını benimsediği akranları; kendilerine rehberlik eden eğlenceli birer makyaj, tarz, moda, hobi gurusudur. Tumblr genci ile YouTube’da alışveriş videosu çeken gencin arasında binlerce fark olabilirc ama bu birinin ötekinden daha etkisiz olduğu anlamına gelmez. Y kuşağının yalnızca bir alt kültürü yoktur; Y neslinin alt kültürü, şu ana kadar küresel olarak var olmuş tüm alt kültürlerin, çengelli iğneyle değil, internetle birleştirilmiş bricolage’ıdır. Bu bricolage, şüphesiz, pazarlama dünyasının; Y kuşağına direkt, samimi ve onların dilinden seslenebilmesine şans tanımıştır.

“Garip isimli indie gruplar” furyası o kadar popüler oldu ki Spotify Üçüncü Yeni diye bir playlist hazırladı. Bu playlist’te şarkılarına yer verilen Son Feci Bisiklet ve Öfkeli Kalabalık gruplarının solistleri Arda Kemirgent ve Can Büyükbaş ile değişen zamanımızda altkültürleri tartıştık. Sohbetimizi TNK’nin basçısı olarak tanıdığımız Cihangir Müzik Evi kayıt stüdyosunun ses mühendisi Basri Hayran’ın, kayıt stüdyosunun kapılarını açması sayesinde orada gerçekleştirdik, onun da yorumlarını aldık.

Şu an dünyada alt kültür var mı?

Arda Kemirgent: Net olarak gösterebileceğim tek alt kültüre yakın şey Indie müzik diyebilirim, çünkü müziğin 70’lerdeki Punk gibi oluşturduğu tek tutarlı hareket oldu şu ana kadar. İnsanlar ne tür müzik yaparlarsa yapsınlar, kendileri kaydedip, internete koymaya başladılar. Bence çağımızın gerçek devrimi oydu.

Can Büyükbaş: Bence Nerdler. Teknolojinin acayip gelişmesiyle çılgın bir nerd patlaması yaşanıyor diye varsayıyorum ve onlar da dünyayı ele geçiriyor.

Basri Hayran: Hackerlar, troller bir alt kültür olabilir, ben garip isimli gruplar furyasının da bir alt kültür olduğunu düşünüyorum. Alt kültür kelimesinin de şöyle bir yanı var, isim olarak aşağılayan bir isim. “Alt” dediği şey aslında “düşük” değil. Mesela “ülke” “kültürse,” “il” de “alt kültür” demek daha doğru.

Arda Kemirgent: Mesela Game of Thrones’daki Tywin Lannister çok pis bir herif, “ben kralım ne istersem yaparım” falan diyor. Biri de diyor ki “sen ben kralım demeye gerek duyuyorsan bitmişsin zaten, kral değilsin.” O yüzden alt kültür olduğumuzu iddia etmek saçma geliyor.

Yaratıcı üretim yapmakta motivasyonunuz ne? Bu üretimi belli bir hedef kitleye yönelik mı yapıyorsunuz, yoksa kendi sürecinizi mi ilerletiyorsunuz?

Arda: Bir kitleyi hedefleyerek müzik yaptığım hiç olmadı şu ana kadar.

Can: Hiç olmadı.

Müziğiniz hiçbir ideolojiye hizmet etmiyor olsa da öznel ilhamlarla yaptığınız şarkılar popüler olabiliyorsa, demek ki insanlar sözlerinizden halinize empati kurabiliyor ve müziğiniz onlara hitap ediyor.

Arda: Kitaplar da öyle, bir cümle okuyorsun, diyorsun ki “oha yalnız değilmişim, bu herif benimle konuşuyor.” Müzisyen olmak demek, sanatçı olmak demek, o demek. İçindeki her şeyi dışına çıkarmak demek. İnsanın kendine dürüst olarak yaptığı şeyler, diğer insanların içinde bir yankı uyandırıyor. Bir kanyon gibi. Nereye bağıracağını bilmen gerek, kanyonda nereye bağıracağını bilirsen geri geliyor.

Can: Bizim hissettiğimizi hisseden insanlar da oluyor yani, giderek artıyor sayıları. Politik olarak söylemiyorum, hükümetin başına kim gelirse gelsin Türkiye’de olmanın getirdiği siyasi konjonktür denen garip ortamda “jeopolitik konumundan kaynaklanan” bir durumdan dolayı gençler kendini belki ifade etmekte çoğu zaman sıkıntı çekiyor ve kendini istediği yerde bulamıyor. Biz de genelde böyle şeylerden bahsediyoruz aslında. Şarkılarımız hiç siyasi değil ama ortak dertlerden, basit dertlerden bahsediyoruz.

İnsanlara ulaşmanızı sağlayan, sizi diğerlerinden farklı yapan şey samimiyet midir?

Basri Hayran: Ben bu garip isimli grupların dışından bakabildim bir süre. Yani bu samimiyet

verilmeye çalışılmıyor bile. Bizim zamanımızda işler, hakikaten “piyasa” gibiydi. Dinleyici kitlesi kim, ona göre enstrüman seçiliyor. Biz de satıcı gibiydik. Bu “garip isimli gruplar” furyasının bir altkültür olduğunu ben gerçekten düşünüyorum; çünkü belli bir şekilde kültürel olarak tanımlayabildiğin ufak parçalar varsa ve belli çizgileri olan bir duruşu varsa o bir altkültür oluyor bana kalırsa.Ortak noktaları olduğunu düşünüyorum o grupların da.

Sizce samimiyet patlamasının motivasyonu nedir?

Can: Evvel zamandaki gruplara bir tepki olarak da gelmiş olabilir bu. “Türkiye’de yeni bir şey çıkmıyor” diyenler hep tuttuğu için aynı şeyi yaptığından belki samimiyet buna bir tepki olarak gelmiştir.

Basri: Altkültürü oluşturmak için yalnızca müzik de yeterli değil. Indie hayat tarzını da düşünmek lazım.

80’lerde bir şarkının introsu ortalama 20 saniye sürerken, şu an beş saniyeymiş. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Can: Müziğin artık “music business” olduğunu gösteriyor.

Arda: İnsanlar artık böyle müzik dinliyor yani. Biz şimdi albüm çıkaracağız. Yapacağımız albümde normal bir albümden daha çok şarkı olacak, ama 15 şarkıyı bir anda çıkarınca her şarkı değerini görmüyor. Mesela, en güzel anılarımdan biri, bir sabah evden Bilkent’e okula gidecekken evden çıkıp varana kadar yolda Beatles’ın Rubber Soul albümünü ilk defa dinledim. Ve bana “ne süper lan” dedirtti. Eskiden müzik böyle dinlenirdi. Şimdi bizim albümümüzde de 15 şarkı var, ama belki her şarkıyı dinleyecek 3-5 insan çıkar artık.

Sizce bir şey nasıl popüler oluyor? Biz zaten organik olarak popüler müzik dinleyicisi miyiz yoksa popüler müzik var olan inanç ve düşüncelerimizi pekiştirip sürdüren bir ideolojiye hizmet ederek oluşturulan bir değerler topluluğu mu? Kısacası, sizce popüler müzik hegemonyaya hizmet ediyor mu?

Arda: Ben popüler müzikte sırf popüler olmak için yazılmamış güzel şarkıların olduğuna da inanıyorum; ama popüler kültüre hitap eden bir şey üretmek istersen zorlanmazsın yani.

Can: Eskiden iyi müzik popülerdi, Beatles mesela popülerdi. Biraz altkültürlerin de gelişmesiyle; Pink Floyd’lar, Led Zeppelin’ler geldi. Sonra popüler müzik çoğunlukla pop olmaya başladı, özellikle Türkiye’de. Artık hegemonya mı dersin, ne dersin bilmiyorum ama bir şekilde kitlerelere ister istemez onlar dinlettiriliyor gibi oluyor çünkü “music business” bu, parayla ilgili.

Basri: Ama bu hegemonya değil, işini iyi bilen bir PR’cı. Gerçi “Public Relations” da zaten “propaganda” kelimesi kulağa kötü geldiği için bulunan bir terim yani, o kadar da alakasız değil.

“PR kasan” müzisyenlerin sizlerden farklı yaptığı şeyi nasıl özetlersiniz?

Arda: En basit şekilde şöyle özetleyebilirim: Ülker’in ambalajlı, bakkaldan alabildiğin kekleri var ve tatları çok güzel. Bir de, iyi mi yapacağım kötü mü yapacağım bilmiyorum ama benim sana evde yapacağım bir kek var yani. O keki yakabilirim de ama sonuçta o kekin fabrikadan çıkmadığını biliyorsun.

Basri: Bu kayıt stüdyosunda kimsenin “burası çok uzun oldu” dediğini duymadım ama biz TNK zamanında bunları çok konuşurduk.

Yaptığınız müzikle, Punklar’ın çengelli iğnesi gibi, daha önce hayatımızda var olan hangi değerleri yeni toplumsal anlamlar çıkarmak için birleştiriyorsunuz? Yaptığınız müzik nelerin bricolage’ı?

Arda: Beatles’ın müzik anlayışını almışım, Türkiye’de yaşamanın genel olarak hayatta daha az zevk alabileceğin bir ortamda daha fazla zevk almaya çalışmayı koymuşum içine, kendi içimizde bulduğumuz normal hayatta işe yaramayan çöpler de var müzik yaparken de ihtiyacımız olan.

Can: Türkiye’de genç olmanın verdiği bir “ninjalık” var. Zaten dizilerde de görürüz, hep bir “hallederiz abileri” vardır ya, içimize de bu sindi. Benimki Recep İvedik gözlemciliği ve müzik sevgisi; çünkü toplumu gözlemliyoruz, müzik de seviyoruz ve sonuç bu. Toplum dediğim de Cihangir.

“İşte bu şarkı/albüm bir altkültür manifestosudur!” diyebileceğiniz örnekler var mı?

Arda: Bence Tame Impala altkültürün manifestosu. Punk o zamanlar o insanlar için neyse Tame Impala benim için o. Kevin Parker kaydediyor bütün albümü ve o albüm müziği de çok değiştirdi. Eski müzikal hareketlerde ortada ufak bir mesaj da vardı…

Can: …muhalif bir duruş da olurdu, Beşiktaş Çarşı kafasında.

Arda: Şu andaki altkültürlerde öyle bir şey yok; ama müzikal olarak bakman istersen Currents albümünde muhalif bir duruş olmamasına rağmen müziğin altkültürü.

Can: Radiohead’in In Rainbows albümü de öyle diye düşündüm şimdi. Lafla sözle değil ama müzikle farklılaşıyor.

 

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Temmuz 2017 sayısında yayımlandı.