“Afrika benim kara sevdam”
80’den fazla ülkede 100’den fazla şehri gezen fotoğraf sanatçısı Gökhan Emre Akıl (26), çocukluk sevdası olan Afrika’yla ilgili deneyimlerini paylaştı.
Elif Küçük (24) Basın ve Yayın, Anadolu Üniversitesi
Dünyanın en ücra köşelerine giderek farklı hayatlara dokunmayı amaç edinen fotoğraf sevdalısı Gökhan Emre Akıl’ı tanıtacağım sizlere. Serüvenine küçük yaşlarda başlıyor sanatçı. Önceleri, evlerinin penceresinden izlediği parktaki yaşlı amcaları ve oynayan arkadaşlarını filmli makinesi ile çekiyor. İlerleyen yıllarda ise bu hobisini profesyonelliğe döküyor. Fotoğrafçılık mesleğinden sağladığı kazanç sayesinde de çocukluk hayalini gerçekleştirmeyi başarıyor. Yani, belgesellerden izlediği, okuduğu kitaplardan bildiği Afrika, Avrupa ve Hindistan’ı ziyaret ediyor. Bu süreçte en büyük arzusu ise şahit olduğu kabile yaşamlarını, farklı kültürleri ve el değmemiş hayatları fotoğraflarla anlatıp, o insanların hikâyelerini tüm dünyaya sunabilmek oluyor…
Elif Küçük: Fotoğrafa olan ilgin kaç yaşında başladı? Fotoğraf senin için bir hobi mi yoksa hayatının önemli bir parçası mı?
Gökhan Emre Akıl: Fotoğrafa olan ilgim 13-14 yaşlarında başladı diyebilirim. Evimiz o zamanlar çocuk parkına bakıyordu ve bazen orayı yaşlı amcalar ziyaret edip, güvercinlere ekmek atıyorlardı. Ben de filmli makine ile onların ve sokaktaki arkadaşlarımın fotoğraflarını çekiyordum. Bu bağımlılığın en büyük sebebi kesinlikle insanların yüzleri yani portreleridir. Çok severim bir insanın yüz ifadesinin fotoğrafını çekmeyi. Fotoğraf benim için sabah kalkınca el yüz yıkamak gibi bir şey. Bazen bunun da önüne geçiyor. Fotoğraf benim yaşam tarzım.
EK: Yurtdışına seyahat edip, farklı kültürleri fotoğraflama fikri nasıl gelişti?
GEA: Kesinlikle çocukluk hayallerim diyebilirim. Çok belgesel izleyip, fazlaca kitap okurum. Dergileri ve filmleri sürekli takip ederim. Bu da bir nevi ufkunuzu açıyor ve uzaklar sizi hep çağırıyor. Dünyanın en ücra köşeleri, dokunulmamış hayatlara dokunabilmek ve görsel olarak onları kaydetmek… Tüm bunları insanlara sunmak istiyorsunuz.
EK: Çocukluk hayalini gerçekleştirip yurtdışına çıkmadan önce ne tarzda fotoğraflar çekiyordun?
GEA: Yine sokaktaki yaşamları, gerçek hayatları çekiyordum. Örneğin İstanbul, Tarlabaşı, Mardin’in tarihi sokakları gibi… Ayrıca oyuncu ve sanatçıların bireysel çekimlerini yapıyorum ve yaz aylarında düğün hikâyesi, dış mekân, profesyonel çekimler yaparak geçimimi sağlıyorum. Bu çalışmalarımdan elde ettiğim gelirler sayesinde de hayallerimi gerçekleştiriyorum.
EK: Peki, şu ana kadar hangi ülke ve şehirleri fotoğrafladın?
GEA: 80 ülke, 100’den fazla şehir gezdim. Cennet vatanım Türkiye en başta tabii ki de… Daha sonra tüm Afrika kıtası, tüm Avrupa ve Hindistan…
EK: Afrika kıtasında birçok kez bulundun. Sence burayı diğer kıtalardan ayıran, fotoğraflarına ilham veren şey nedir?
GEA: Afrika’ya 8 kez gittim ve tüm ülkelerini fotoğrafladım. Afrika benim çocukluk sevdam, hayalim. O insanların bakışları hep aklımda, rüyamda, hayatımda oldu. Kesinlikle gitmeliydim ve defalarca gitmek de bana nasip oldu. Tarif edilemeyecek bir duygu bu benim için. Bunları anlatırken bile tuhaf oluyorum. O insanların içinde yaşadım, birlikte yemekler yedim. Aile sohbetlerine, dini ortamlarına tanıklık ettim. Kısacası onlar gibi yaşadım. Belki bu yaşantım fotoğraflarıma da yansıdı. Çektiğim Afrika portreleri ile birçok ödül aldım. Ama hepsini oradaki çocuklara bağışladım. Çünkü ben onların hikâyesini paylaştım. Bu kazanç onlarındı. Ben sadece aracı belki de aktarıcıydım.
EK: Farklı kabilelere misafir olarak, farklı anlara tanık oldun. Normalde dış dünyaya kapalı olarak algılanan bu kabileler seni ve fotoğraf çekme isteğini kabullenmekte zorlandılar mı? Şahit olduğun kadarıyla kabilelere karşı dünya genelinde oluşan doğru bilinen yanlışlardan bahsedebilir misin?
GEA: Kabilelerin içinde bulunmak bir insanın bu dünyada hissedebileceği en farklı duygudur diyebilirim. Benim insanları çok sevmem ve onlarla göz temasını iyi kurabilmem en büyük avantajım olduğu için zorluk çekmedim. Bu kabileler zor bir yaşam geçiriyor. Sadece hayvancılık yapıyorlar. Kadınların ağızlarına tabak takması onlara göre bir çeşit güzellik simgesi… Erkeklerin ellerinde silahlar var ama savaşmak için değil. Gözlerimin içine bakıyorlar. En derinde sakladıklarımı, belki de o küçük erkek çocuğunu görüyorlar. Utanıyorum… Gülümsüyor karşımdaki gözler. İçini açarsan, içlerini açıyorlar. Kocaman tüfekli adamlar dolanıyor etrafta, hiç fark etmiyorsun bile o tüfekleri. Gidip sarılmak, sevmek istiyorsun bütün o saflığı ve korunmuşluğu, zarar görmemek için verilen savaş uğruna yorulan ruhları… Etrafta bir sürü çocuk, çıplak bir şekilde koşturup oynuyorlar; yanaklarına dokunuyorum, seviyorum, hiç görmemişler bunu, hepsi gelip yüzünü uzatıyor seveyim diye. Oldukça fazla kabile var. Dünya onları agresif ya da içlerine girilmez diye biliyor. Tam da bu yüzden iyi ki fotoğrafçıyım diyorum. Yaşadığım süre içerisinde hep onların ne kadar güzel insanlar olduğunu anlatacağım. Bu açıdan fotoğrafın etkisi oldukça büyük. Bütün dünya kendi çıkardığı markaları bilsin, orada dokunulmamış hayatlar var. Düşünsenize, 14-15 yaşlarında bir kız çocuğunun ilk kez ayna ile karşılaşmasını, kendisini aynaya bakarak görmesine şahit oldum. Bu nasıl acı bir şey… Ne kadar çok uzaklaştıysam o dünya tabirinden bir o kadar insanlara, gerçek yaşamlara yaklaştım. Bence asıl kabile dünya… Gerçeklerse o insanlar.
EK: Seyahatlerin sırasında seni olumsuz etkileyen fiziksel ya da ruhsal bir durum yaşadın mı?
GEA: Hiçbir zaman olmadı çünkü ben farklı yaşamlarda kendimi buluyorum. Günümüzdeki menfaat ilişkileri, benlik duygusu, egosu tavan olan insanların içinde yaşayınca kendimi fiziksel ruhsal olarak kötü hissediyorum. O yüzden, seyahatler bana insan olmayı öğretti.
EK: İnsanları fotoğraflamak, yeni kişilerle tanışmak, farklı diyarları görmek… Bunlar senin hayatına neler kattı?
GEA: Her şey diyebilirim. Bu her şeyin içinde; evde yemek yerken ekmeğiniz yere düşer hani, üfleyip yükseğe koyarsınız daha sonra o çöpe gider ya mesela. Ben direkt yere düşse de yiyorum artık. Bütün her şeyden arınıyorsunuz. Az kıyafet çok huzur diyerek yaşıyorsunuz. Hayatın kargaşası size komik geliyor çünkü orada her şeyi görüyorsunuz. Hindistan’da ölüm yakım ayinine tanıklık ettim. Çok acı ama gerçek… Afrika’nın bazı ülkelerinde çatışmalar gördüm, kaldığım yer oraya uzak olsa da bazı ölümlere şahit oldum. Ben insanlar etkilensin diye fotoğraf çekmiyorum. Gördüğümü çekiyorum. Kimisi görüyor, kimisi görmüyor… Biz görenlerle yolumuza devam edelim. Yeni kişilere dokunmak, sohbet etmek, anılar paylaşmak büyük zenginlik. Bunun başka tarifi olamaz.
EK: Çocuklarla iletişiminin kuvvetli olduğu ve onlara farklı bir duyarlılıkla yaklaştığın fotoğraflarına oldukça yansıyor. Bunu nasıl başardın?
GEA: Ben de çocuk ruhlu bir insanım. Girdiğim her ortamda bana ‘biraz büyü’ derler. Tek eksiğim sanırım hala büyümemiş olmam. Ama ben böyle mutluyum. Belki söylenmeyecek şeyler bunlar ama Afrika’daki çocuklara ufak tefek paralar vererek, tişörtler, çikolatalar hediye ederek daha iyi anlaşabiliyorum. Türkiye’de, Afrika’daki çocuklar yararına sergiler yapıyorum ve hepsini onlara bağışlıyorum. Tabi bunların hepsi yasal olarak gerçekleşiyor. Dedim ya, Afrika benim için bambaşka bir şey. Karanlık kıtanın parlayan gözleri, fakir yaşamın umudu onlar. Karanlık kıta benim kara sevdam…
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in Haziran 2016 sayısından yayınlandı.