Modern bir insanlık alegorisi: Maymunlar Cehennemi

Kökü 1963’e dayanan, sinemanın en uzun soluklu serilerinden Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi edebiyattan da ilham alarak insanlık alegorisine imza atıyor.

Alp Turgut (28)
Filmdoktoru.com

 

 

Sinema tarihinin en uzun soluklu serilerinden biri kuşkusuz “Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi”. Konu oldukça ilgi çekici ve orijinal olduğu için serinin günümüze kadar geldiği söylenebilir, ama seriyi bu kadar başarılı yapan asıl unsur, yeni filmlerin edebiyatın en güzel örneklerini kullanarak hayvanlar üzerinden imza attığı insanlık alegorisi.

“Maymunlar Cehennemi” filmlerinin kökü aslında 1963’e dayanıyor. İlk olarak Pierre Boulle’un roman olarak kaleme aldığı kitabın ülkemizdeki ismi “Maymunlar Gezegeni.” Odak noktasına maymunları alan yapısıyla klasik distopyalardan ayrılan bilim kurgu başyapıtının ilk sinema uyarlaması ise 1968 yılında hayata geçiriliyor. Charlton Heston’ın başrolde oynadığı filmin sonu kitaptan biraz daha farklı da olsa ikisinin de finaliyle verilmek istenen düşünce genel olarak korunmuş durumda. Bu da kitabın neden okunması gerektiğinin başka bir kanıtı olarak duruyor. 1968 yılından sonra gelen serinin devam filmleri öte yandan felsefi açıdan ilk filmin yanına yaklaşamadı. Buna rağmen seyircinin ilgisini çekmeyi başaran seri dört devam filmiyle 70’leri kasıp kavurmaya devam etti. Gelişen teknoloji sayesinde 2001 yılında Tim Burton tarafından yeniden çekilen film, seriye olan ilgiyi tekrardan canlandırmasına rağmen filmin kalitesi sebebiyle yeterli ilgiyi göremedi. Ta ki 2011 yılında hikayenin köklerine inerken unutulmaz edebi eserlerin en güzel tarafların ekleyerek seriye bambaşka bir hava kazandıran yönetmen Rupert Wyatt ve Matt Reeves’in uyarlamalarına kadar.

Yeni bir medeniyet yükseliyor

Alzheimer’a çare bulmaya çalışırken insan ırkını yok etmenin tohumlarını eken Will Rodman’ın (James Franco) testleri için bir nevi evlatlık olarak yanına aldığı Caesar’la (Andy Serkis) olan ilişkisini konu alan “Rise of the Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi: Başlangıç”ı modern bir “Frankenstein Ya Da Modern Prometheus” (1818) uyarlaması olduğunu söyleyebiliriz. Aynı Dr. Frankenstein gibi bir nevi ölüme meydan okuyan Rodman’ın bulduğu çözümün çevresine verdiği zarar oldukça büyük. Caesar ve diğer maymunlar güçlendikçe sevdiklerini kaybetmeye başlayan Rodman’ın aynı Prometheus’un tanrılardan çalıp insan ırkına armağan ettiği ateş misali maymunlara hediye ettiği zihinsel gelişim ilacı yeni bir medeniyetin kurulmasına neden oluyor. Prometheus sonrası insanlarla tanrılar arasında çıkan savaşa benzer bir savaşın daha sonra maymunlarla insanlar arasında çıktığını göz önünde tutarsak Wyatt’ın dikkat çekmek istediği Mary Shelley referansını görmek mümkün.

Caesar’ın ailesine korumak için yaptığı agresif tavırlarından sonra hapse atılmasının ardından ibre Jack London’ın meşhur romanı “The Call of the Wild / Vahşetin Çağrısı”na (1903) dönüyor. Yakalandığı andan itibaren aynı “Vahşetin Çağrısı”ndaki Buck gibi diğer maymunlarla dövüştürülmek zorunda kalan, hayatın ne kadar acımasız olduğunu öğrenmeyen zorlanan ve kendi vahşi benliğini keşfetmek zorunda bırakılan Caesar, ev ve sahip özlemiyle hayatta kalmaya çalışarak insanların aslında ne kadar kötü bir yapıya sahip olduğunu görmesiyle ciddi bir ikilemde kalıyor. Aynı Buck gibi zaman geçtikçe diğer maymunların liderliğini zekasıyla eline alarak kendi grubunu kuran Caesar’ın ilk defa konuşarak insanlar tarafından yapılan şiddete koca bir “HAYIR” dediği sahne gerçekten Buck’ın insanlarla olan savaşına benzemekle beraber Caesar’ın ormana gitmesi de Buck’ın ormana gidişini hatırlatıyor. Bu arada filmde Caesar’ı kurtaran gorilin isminin de Buck olduğunu hatırlatmakta fayda var ki bu isim referansını son serinin diğer filmlerinde de görmek mümkün.

En karanlık saat şafağın hemen öncesi

Seriyi Wyatt’tan devralan Matt Reeves’in serinin ikinci filmi olan 2014 yılında vizyona giren “The Dawn of the Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti” ise konuyu biraz daha politik bir düzene taşıyor. Simian gribiyle ölmeye başlayan insanların ardından kurulmaya başlayan maymunlar medeniyetiyle maymunların yavaştan insanlaşmaya başlayarak güç uğruna kıskançlık yapmaya, yalan söylemeye ve hatta kendi türüne kıymaya başladığını gördüğümüz film, George Orwell’in 1945 yılındaki ölümsüz eseri “Animal Farm / Hayvan Çifliği”ini hatırlatıyor. Kitapta kullanılan “Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek” kuralının burada “Hiçbir maymun başka bir maymunu öldürmeyecek” olarak değiştirildiği filmde adını Stalin’in takma isminden alan Koba’yla Caesar arasındaki ilişkinin kitaptaki Napoleon ve Snowball’ı hatırlattığını söyleyebiliriz. Kitabın Fransızcasında Napoleon’un isminin Caesar olarak yazıldığını da belirtmekte fayda var. Aynı “Hayvan Çiftliği”nde olduğu gibi maymun hakları için silah kullanmasından iktidar hırsına kadar aynı insan gibi hareket etmeye başlaması insanlaşmaya başlayan Koba’nın Rocket’ın oğlunu öldürmesiyle “Eski Ahit”teki “kardeşin kardeşi öldürmesi”nin metaforu yapılıyor. Caesar’ın aynı William Shakespeare’in “Julius Caesar” (1599) oyununda olduğu gibi halkı yanına alarak yükselmeye başlamasıyla onu aynı Brutus gibi devirmek için uğraşan Koba’nın güdülerinin daha çok “Macbeth”i (1606) andırdığını belirtmek gerek. Caesar’ı iktidardan düşürerek aynı Macbeth gibi katı bir yönetim sergileyen Koba’nın devrilme korkusu ve Caesar’ın MacDuff vari dönüşü Shakespeare’e gerçek bir saygı duruşu niteliğinde.

Gerçek bir insanlık alegorisi

MacDuff’la aynı kaderi paylaşan Caesar’ın karısı ve oğlu Cornelius’u hain bir saldırıda kaybettiği ve tek oğlunun hayatı uğruna sürgün hayatı yaşamaya başladığı üçüncü film olan “War for the Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi: Savaş”ta ise yönetmen Reeves seyirciye modern bir Spartacus hikayesiyle başbaşa bırakıyor. Vietnam Savaşı’nı hatırlatan açılışı ve Caesar’ın esir düştüğü toplama kampına benzeyen kampla yakın tarihin önemli savaşlarını eleştiren Reeves’in esinlendiği bu seferki Shakespeare oyunu ise “Coriolanus Tragedası” (1609). Caesar’ın yeni doğan oğlununun adının Coriolanus olmasıyla bu referansı seyirciye açık bir şekilde sunan filmde Woody Harrelson’ın oynadığı Albay rolüyle farklı bir Coriolanus uyarlaması izliyoruz. Ülkesini sevdiği için kibrinden halkı dinlemeyen, insan ırkını kurtarmak adına kendi çocuğunu bile öldürmeyi göze alan, öfkeli ve ayrımcılık yapan Albay’la Caesar’ın arasında geçenlerin Coriolanus’la Aufidius’u andırdığını söylemek mümkün; fakat bu ilişkinin daha çok Pierre Boulle’un yazdığı bir diğer roman olan “The Bridge over the River Kwai / Kwai Köprüsü”ndeki (1952) Yarbay Saito ile Yarbay Nicholson arasındaki ilişkiye benzediğini belirtmek gerek. Caesar’ın halkını duvar yapımına zorlayan Yarbay’ın aynı Saito’nun köprü yaptırmasıyla benzeştiği filmde aynı “Spartacus” gibi halkından koparılarak esir düşen ve ayağa kalkan Caesar’ın özellikle köle olarak çalıştırılan maymunların haklarını savunduğu sahne tüyler ürpertici. Buna ek olarak insanların sesini neden kaybettiğine tanıklık ettiğimiz filmin bu yapısının ise Jonathan Swift’in “Gulliver’in Gezileri” (1726) eserinin dördüncü ve son bölümü olan Houyhnhnms ile Yahoo’lar arasındaki hikayeye fazlasıyla benzediğini belirtmeliyim. İnsanların aynı Yahoo’lar gibi tüm insani özelliklerini kaybetmeye başlayarak vasıfsız bir ırk olma yolunda ilerlediği hikayenin devamının 1968 yılındaki film olduğunu düşünürsek Boulle’un nereden ilham aldığını görebiliriz.

“Maymunlar Cehennemi” serisinin insanların kara tarihini aynı Herodotus’un “Tarih”ini anlatır gibi seyirciye alegorik bir şekilde sunmayı başaran yapısı belki de seriyi bu kadar özel kılan en önemli unsur. Tabii gelişen teknolojinin ve oyuncuların başarılı performanslarının buna katkısı çok büyük. Ama edebiyatın yapı taşlarının en uygun taraflarını birleştirerek ortaya çıkarılan bu hikayeler olmasaydı bugün bu insanlık alegorisi başyapıtını konuşuyor olamazdık. Umarım gelecek senelerde de aynı bu kalitede yeni “Maymunlar Cehennemi” filmleri görmeye devam ederiz.

 

Bu yazı ilk olarak JR. By Campaign Ağustos 2017 sayısında yayımlandı.