Biz büyüdük ve kirlendi dünya: Kayıp Nesil
1. Dünya Savaşı sonrasında kendini ‘an’a veren “Kayıp Nesil”, bir dönemin entelektüel sohbetlerinin ve renkli davetlerinin yaratıcısıydı.
Lisedeki tarih derslerinden “resmi bilgi” hatırınızda kalmıştır: 1. Dünya Savaşı, bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’ı öldürmesiyle başlar. 1914’te savaşı harlayan bu hareketle tüm dünya tam 4 yıl boyunca; toprak sahibi olmak, diğerlerini yenmek ve kendini dünya aleme kanıtlamak için birbirine girecekti. Dünyanın şahit olduğu bu ilk büyük savaş 9 milyona yakın insanın ölümüne, harcanan yıllara rağmen çözümlenemeyen sorunlara ve aşırı milliyetçiliğin köpürtülmesine de neden olacaktı.
1. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, makro devletten mikro insana eğildiğimizde ise devletlerin acımasızca birbirine saldırması, cepheye sürülen, ölen, yaralanan, sakat kalan, öldüren, hayatı değişen, yakınlarını kaybeden kuşağın bambaşka bir hayat felsefesine ve yaşam tarzına bürünmesine yol açtı. Alışık olmadıkları dünya savaşından sonra şanslı olup sağ salim eve dönebilenler yoğun bir düş kırıklığı içerisindeydi. Hayalleri suya düşen ve masumiyetleri kırılan bu kuşak, geçmişi unutmaya çalışıyor, geleceğe ise pek o kadar da aldırmıyordu. Peki, neyi önemsiyorlardı? Evet, bildiniz! Sadece içinde oldukları anı…
Amerika’da 1920’li yıllarda “Kayıp Nesil” ismini alan bu kuşak (ki bu kavramı, akıl hocası Gertrude Stein’ın kullandığı bir ifadeden ilham alan yazar Ernest Hemingway geliştirmişti) gördüğü ölümler sonrasında hayatta sürekli anlam arayan ama bulamayan, savaşta yaşadığı zorluklar neticesinde yorgunluğu ve karamsarlığı atmak için sürekli içki içen, partilerden partilere koşan, modayı fazlasıyla önemseyen kayıp ruhlardı.
Bu kuşaktaki birçok Amerikalı edebiyatçı ve sanatçı dünya savaşı ertesinde Paris’e yerleşti. “Kayıp Nesil”e ad veren Hemingway, fikir ve ruh veren Gertrude Stein, unutulmaz The Great Gatsby ile 20. yy Amerika’sını belki de en iyi anlatan F. Scott Fitzgerald, 1930 yılına dek İngiltere’de yayın yasağı olan, ilk kez 1922’de Paris’te basılan Ulyses’te bilinç akışı tekniğini kullanan James Joyce, T. S. Eliot, John Dos Passos, Ezra Pound, Sylvia Beach ve daha birçok yazar 1920’lerin Paris’inde entelektüel sohbetler ve renkli davetler eşliğinde can sıkıntılarını gidermeye çalıştılar.
Bu kuşak aynı zamanda savaşla yaşanan etkileşim ve kültürel değişimi en sert haliyle yaşadı. Otomobil, telefon, radyo gibi birçok icadı kullanma fırsatını bulmalarına rağmen henüz deneysel olmasından ötürü aşırı pahalı ve kullanışsız zamanlarına da denk geldiler. Teknoloji dışında savaş sonrası toplumlar da hızla değişiyordu. Kayıp nesil, Parislilerin yaşadığı sosyal değişimlere birebir dahil oldu.
Kentli olmaları ve yaşam tarzlarının Viktoryen döneme göre büyük farklılıklar göstermesi nedeniyle “modernizmin öncüsü” olarak görülen bu nesil Rodriguez-Hunter tarafından şöyle anlatılıyor: “Ailelerine başkaldırdılar, yüksek sesli ve şok edici müziklerde dans ettiler, savaş dolayısıyla hayal kırıklığı yaşamışlardı, saçlarını geometrik şekillerde kestiler ve kına ile boyadılar, soyut sanatı sevdiler, kültlere katıldılar, gittikçe küçülen dünyada uçaklara bindiler, hızlı arabalar kullandılar, bilinçsiz isteklerinin üzerine düşündüler. Ve can sıkıntılarına çare aradılar…”
Ve kadın imajı bir kez daha değişti…
Aykırı davranışlarda bulunan genç kadın anlamına gelen “Flapper” kelimesi, 1920’li yıllarda savaştan çıkmış, karamsar ve tüm dünyaya duyduğu düş kırıklığı içerisindeki yeni dönem kadınını anlatıyor. Erkeklerin savaşa gitmesi ve kadınların aldığı sorumluluğun değişmesiyle Flapper’lar kısalttıkları saçları, zayıf vücutları, uzun kolyeleri, uzun-ince sigara filtreleri, maskülen duruşları gibi fiziksel özellikleri ve dansları, otomobil kullanmaları ve hızlı yaşamaları gibi sosyal özelliklerle de o dönem için bir devrim yaratarak modern kadın modelinin öncüsü oldular.
Dönemin öne çıkan ögeleri
Zelda Sayre Fitzgerald: Flapper’lardan bahsedip de en ünlüsünden bahsetmemek tabii ki olmazdı. Scott Fitzgerald’la evli olan Zelda’nın, eşinin yazdığı The Great Gatsby’deki baş kadın karakter Daisy’nin bizzat ilham kaynağı olduğu söylenir. Zelda da eşi gibi yetenekli bir yazardı. Deha ya da deli olduğu konusunda çeşitli zıt görüşler bulunsa da; özgür ruhlu, çılgın, modern ve zamanının ötesinde bir kadın olduğu söylenebilir.
Jazz Age: 1920’li yıllarda popülerleşen cazla beraber, özgürlük ve dans hareketlerinin de arttığı, sosyal değişimlerin yaşandığı dönem.
Shakespeare and Company: Zamanında Ernest Hemingway, Ezra Pound, F. Scott Fitzgerald, Gertrude Stein ve James Joyce gibi birçok kayıp nesil yazarı tarafından sıklıkla ziyaret edilen kitabevi. James Joyce’un ilk zamanlar ABD ve Birleşik Krallık’ta yasaklı olan Ulysses romanı ilk kez 1922’de bu kitabevinde basıldı. Günümüzde hala aktif ve yarattığı atmosferle kitapseverlerin uğrak yeri olmayı sürdürüyor.
Amerikan Rüyası: Amerikan edebiyatında sıkça yer alan bu tanım, kayıp nesilde rüyanın kabusa dönüşü ve çöküşü olarak işlendi. Amerikan rüyası; ferah bir banliyöde, iki çocuk, güzel bir eş ve sevimli bir köpekle zenginlik içerisinde yaşamanın gerçekleşmesi için çok çalışılması olarak idealize edilse de, genellikle şans ve dolandırıcılıkla “köşeyi dönmek” olarak algılanıyordu.
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’de Ağustos 2016 sayısında yayımlandı.