Video oyunlarının gözden kaçan yıldızları
Müzik endüstrisinin içinde görmezden gelinen bazı yıldızlar var. Bunlar, günümüz video oyunlarının ilgiyle takip edilen ve üzerine düşülen parçaları olan müzikleri. Birçok duyguya kadir olan bu parçalara hak ettiği ilgiyi müzik endüstrisi neden gösteremiyor? Mehmet Alan
Müzik, hayatımızın her anında var olan bir şey olduğu için müziğin ne olduğunu açıklamama gerek yok. Ama video oyunlarında kullanılan müziklere çoğu insanın uzak olduğunu bildiğimden bu yazıda bu konudan bahsedeceğim.
Şimdi “Video oyunlarındaki müzik neden her gün duyduğum müzikten farklı olsun?” derseniz, ben de size şöyle derim: “Aslında pek bir farkları yok ama nedense bir endüstri boylu boyunca bir sekmesini görmezden geliyor, ben de bilmiyorum neden?”
Gene de şunu belirtmek istiyorum, video oyunlarında kullanılan müzikler bir amaca hizmet etmek için yaratıldıklarından gündelik müzikten kullanım açısından farklılık gösterirler. Atmosfer yaratmakta veya yaşanan bir sahnedeki duyguları anlatmakta kullanılan müzikle, Pearl Jam’in Jeremy’sini ya da Radio Head’in Creep’ini karşılaştırmak pek adil olmayabilir. Çünkü oyunlarda kullanılan, oyunlar için yaratılan müzik beraberinde görsel sanatı, kullanıldığı oyunun hikayesini, mekaniklerini yani içine girip bir parçası olabileceği koskoca bir vücudu getirir. Bu tür bir müziği var olduğu bütünden çıkarıp tek başına yargılamak biraz mantıksız. Gündelik müziklere verdiğim örneklerse türlerinde yer etmiş, yazarlarının duygu ve düşüncelerini aktaran kendi başlarına yapıtlardır; bir hikâyeyi anlatabilir, hikâyeyi anlatırken görsel kullanabilirler ama bunun amacı var olan müziği destekleyip onu öne çıkarmaktır, başka parçalarla birleşip dinleyicilerine ayrı bir deneyim yaşatmak değil.
Peki bu tür müzikler işlev olarak neden farklıdırlar?
Ortaya çıkma sebeplerinden dolayı olabilir, o yüzden şimdi biraz geriye sarıp size kısaca müziklerin video oyunlarıyla tanıştığı dönemden bahsedeceğim, çok kısaca. Video oyunlarıyla sesleri birleştirme fikri ilk defa 1972’de Pong oyunu sayesinde insanların kafasına giriyor. Tek pikselden oluşan topun, onu fırlatan çubuklara çarptığında çıkardığı ses bir anda tüm endüstrinin aklına oyuncuların duyularına daha fazla hitap edebileceklerini fark ettiriyor yani. 1978’de Space Invasion oyunların soundtrack’i olabileceğini gösteriyor ve 1980’deyse herkesin bilip sevdiği Pac-Man ortaya çıkıyor. Oyunun tekrar tekrar oynanabilen yapısı sayesinde Pac-Man’in giriş müziği akıllara kazınıp artık video oyunlarında sesin, hatta müziğin zorunlu olduğu kanısını yaratıyor.
O günlerden bugüne gelirsek, şu an kullanılan oyun müzikleri çeşitli ve farklı işlevlerdeler. Artık müzikler sadece girişte tatlı bir tını olsun diye değil: savaş oyunlarında gerçekliği yansıtsın diye dönem müzikleri olarak, cehennemden gelen şeytanları öldürürken kendimizi “badass” hissedelim diye elektronik metal olarak veya ekranda gördüğümüz hüzünlü sahneyle beraber ağlayabilelim diye solo gitar performansları olarak karşımıza çıkıyorlar. Örnek vermek gerekirse, Türk yapımı bir oyun, Mount&Blade serisini kullanabilirim. Serinin Warband adlı oyununun Napoleonic Wars eklentisinde 120’ye varan oyuncu, dünyanın farklı noktalarından 18. ve 19. yüzyıla ait savaş teknolojilerini kullanarak birbirlerini yenmeye çalışırlar. Bu teknolojilerin içerisinde tabii ki bando ekipmanları da dahildir. Mekanik olarak pek iş görmeseler de atmosferik etmenleri çok yüksek olan bu aletleri taşıyabilmek için oyuncular silahlarını feragat etmelidirler. Bütün amacı sahip olduğun ekipmanla karşı tarafı yenmek olan oyun için büyük bir fedakarlıktır bu. Ve bunu seve seve yaparlar çünkü parçası oldukları orduların en önünde, bayraktarla beraber yürüyüp flüt çalmak onlar için en yüksek onurdur! Ayrıca kendileri ve diğer oyuncular bulundukları senaryonun içerisine daha çok girebilirler. Beraber zaman geçirdikleri insanları sadece oyunun bir parçası değil, dönemin de bir parçasıymış gibi hissettirirler.
Bir başka örnek olarak 2016’da çıkan Doom var. Serinin 4. oyunu olan Doom köklerine olan dönüşünü belli etmek için yanına herhangi bir rakam almıyor, bu geri dönüş daha çok oyun mekaniklerini vurgulasa da oyunda yer alan müziklerde de eskiye olan özlemi görmek mümkün. Mick Gordon, ilk ve ikinci oyunda beraberinde şeytanları yendiğimiz o güzelim bit bit müzikleri alıp elektronik aletlerin muhteşemliğinden geçirerek her metal severin çılgınlarca kafa sallayabileceği harika parçalara dönüştürmüş. Müzikler canlı ritimleriyle, neredeyse vahşi ve ilkel sayılabilecek tınılarıyla oyunda yerine geçtiğimiz karakterin bütün öfkesini ve ‘badass’liğini bize aktarıyor. Çalan müzikler sizi gerçekten tek kişilik bir orduymuşsunuz gibi hissettiriyor, sanki hiçbir şey karşınızda duramazmış gibi. Bu da tabii ki oyunun amaçladığı şey. Anın içerisinde kendinizi kaybetmeniz müzikle bir bütün olup verilen duyguyu kavrayabilmeniz.
Bu düzlemde bir de şu örnek var, The Last of Us. Sahne basittir. Oynadığımız karakter, Joel ve kızı, Sarah, zombiler tarafından yenilmekten Joel’un kardeşi, Tommy sayesinde kurtulurlar. Amaçları kaosa sürüklenen şehirden kaçmak olan minik grubun yolları şehir içerisinde ayrılır. Joel ve Sarah şehrin ucuna kadar peşlerinde onları kovalayan zombilerle beraber koşarlar, onları şehrin sınırında nöbette duran bir asker kurtarır bu sefer. Ama Joel ve Sarah daha güvende değildirler çünkü şehir karantina altına alınmıştır. Asker Joel ve Sarah ile ne yapması gerektiğini üslerine danışır ve gelen emre direniş gösterse de Joel ve Sarah’a silahını doğrultur. Joel kucağında olan kızını korumak için geri çekilirken asker ateş açar ve ikisi birden yere düşer. Asker başladığı işi bitirmek için başlarına gelir ama Tommy bir kere daha ortaya çıkar ve günü kurtarır!… Zannederiz… Tommy askeri vurduktan sonra yerde yatan Sarah’ın karnından vurulduğunu fark eder. Joel hemen kızının yanına koşar ve o ana kadar müzik olmayan sahneye oyunun tema müziği girer. Joel kollarındaki kızına her şeyin iyi olacağını ve onun da iyi olacağını söylerken biz de oyunun derinliği ve bize nasıl şeyler göstereceği hakkında fikir ediniriz. Yani sahne bize ilk önce kızını çaresizlik içinde kaybeden bir babanın acısını ve sonrasında da oyunun genel atmosferini müziğiyle yansıtır.
Verebileceğim örnekler, sahneler sayısız; her biri kendi içerisinde ayrı bir mükemmelliğe sahip. O yüzden oyunların içerisinden örnek vermeyi bırakıp somut olarak oyun müzikleri neleri başarmış biraz da ondan bahsetmek istiyorum.
Video oyun müzikleri nerelerde tanınmıştı?
53. Grammy Ödüllerinde, ilk defa, bir video oyunu şarkısı aday gösterildi ve ödül kazandı. Civilization IV oyunu için yazılan “Baba Yetu” şarkısı “Lord’s Prayer” adlı bir Hristiyan ilahisinin Svahili dilinde okunuşu aslında. Ama şarkı okunuş şekli ve çalgılarıyla yeni bir eser ortaya çıkarmış. Şarkıya, insanlığın ortaya çıkardığı ve ileride çıkaracağı şeyleri gösteren bir video da eklenince şarkının birliktelik ve bütünlük, farklı dillerden gelen yapısı sayesindeyse her kültürün ve medeniyetin dünya üzerinde yeri olduğu mesajını verdiğini duyar gibi oluyorsunuz. İlginç bir nokta da var aslında Grammy adaylığına gösterilirken “Baba Yetu”nun bir video oyunu için yazıldığı bilinmiyormuş. 2005’te çıkan oyun için yazılan şarkı bestecisi, Christopher Tin, onu Calling All Dawns isimli albümüne koyana kadar akademi tarafından fark edilmemiş. Bence bu ayrıca ödülün önemini arttırıyor: video oyunlarında kullanılan, video oyunları için yazılan müziklerin genel kitle tarafından kabul görebileceğini gösteriyor.
Hatta kabul görüyor da, dünyanın farklı yerlerinden orkestralar video oyunları senfonileri düzenliyorlar. İsveç Radyo Senfoni Orkestrası, Londra Filarmoni Orkestrası ve Danimarka Ulusal Senfoni Orkestrası gibi orkestralar video oyunları müziklerini sahnelediler ve izleyicileri onları alkışlarla karşıladı.
Her şeyi toparlamak gerekirse…
Video oyunları, sahip oldukları müzikleriyle bir bütündürler. Bize içinde oldukları oyunların atmosferini, sahnelerin duygularını yansıtıp oyunun içerisine daha iyi girebilmemizi sağlarlar. Gündelik şarkılardan farklı bir amaca hizmet etseler de bu onların sahip oldukları bütünü temsil edemeyecekleri anlamına ve bu temsilin kabul görmeyeceği anlamına gelmez. Sadece müziği anlayabilmek için biraz daha uğraşmanız gerektiği anlamına gelir.
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in 38. sayısında yayımlandı.