Bisikletli adamın hikayesi: Gökhan Kutluer

“Huzur neredeyse orada kal derler. Peki ya tek bir yerde huzur bulamıyorsam? Belki de sürekli farklı huzur tanımları için yer değiştirmek istiyorumdur… Mümkün.”

Selin Çelen (22)

Stajyer Doktor

 

 

 

Hayatımızın belli bir döneminde her şeyi geride bırakıp hayallerimizi gerçekleştirmek istemişizdir. Ancak bu hayallerin birçoğu kimi zaman sadece fikir olarak kalmıştır. Tam da kırılma noktasında Gökhan Kutluer buna cesaret edebilenlerden biri.

İlk kitabı olan Bulut Fabrikası’nda okuyucu da kendisi ve bisikleti ile birlikte yol alıyor. Bir hikayesinde de yazdığı gibi “Üzerime kalın bir şey alıp bir an evvel gökyüzünü yeniden görebileceğim bir yere doğru pedal çevirsem iyi olacak.”

Yaklaşık 1.5 yıl önce Türkiye’deki yaşantını bırakıp hayallerin ve hep yanında olan bisikletinle birlikte Bergamo’ya taşındın.Öncelikle bu süreç nasıl oldu, biraz bahseder misin?

Bisiklete dair Türkiye’de yapabileceğim şeylerin ve üretebileceklerimin belli bir noktadan ileri gidemeyeceğini anlayınca yol bisikletinin merkezlerinden biri olan İtalya’da kendimi denemek istedim. Türkiye, genel itibarıyla bisiklete ve bu kültürün gerekliliklerine uygun bir ülke değil. Hoşgörü, sabır ve olumlu anlamda meraktan yoksun bireylere bisikletin iyi yanlarını anlatmak çok zor. Ayrıca çiçeği burnunda kitabım Bulut Fabrikası’nı da bitirmem gerekiyordu ve bunun için dinginliğe ihtiyacım vardı. İstanbul’da çok kısa bir toplu taşıma yolculuğu dahi yapsam, insanların yüzündeki o mutsuzluk ve tahammülsüz ifade, beni büsbütün düşürüyor, bir şeyler üretmekten uzak tutuyordu. İstanbul’da bisiklet sürmek yeterince güvenli olmadığı ve bisikletli bir hayat yaşamak isteyen kişilere saygı olmadığı için kendimi daha fazla yıpratmak istemedim.

İnternetten yollanan iş başvuruları ya da Skype görüşmelerinin bir yere varmadığını anlayınca bir yıllık Schengen vizemle İtalya’ya gittim. İki bavul, iki bisiklet ve bir turist vizesi ile İstanbul’dan ayrıldığım o günü hayatım boyunca unutmayacağım…

Gitmeden önce iki aşamalı bir plan yapmıştım. İlk aşama, bir turist vizesiyle en fazla doksan gün kalınacağını bildiğim Schengen bölgesinde iş aramaktı. İkinci aşama, iş bulamama ihtimalinde Schengen vizesine ihtiyaç duyulmayan ve Türkiye’den vize istemeyen bir başka ülkede; bir sonraki doksan günlük hakkımı beklemek ve şansımı başka bir ülkede yeniden denemekti. İtalya’daki 90 günüm bitmeden, birkaç gün cepte bırakarak oradan ayrıldım. Olası bir iş görüşme randevusu için yeniden Schengen bölgesine girip çıkabilecek gün sayısına ihtiyacım olabileceğini düşündüğüm için o 90 günü tamamen doldurmadan, bu sefer sadece bir sırt çantası ve bir bisikletle soluğu Karadağ’da aldım. Yanımda sadece bir çift ayakkabı, birkaç tişört ve şort vardı.

İtalya’dan ayrılmadan önce birkaç otele yazdım ve onlardan sadece bir oda ve iki öğün yemek talep ederek onlar için çalışabileceğimi söyledim. Geri dönüş yapanlar arasından Karadağ’ın Podgorica, Budva ve Kotor şehirlerinde şubesi olan bir hostelle anlaştım ve yaklaşık iki ay boyunca karma odalarda hemen her gece bambaşka insanlarla uyuyup uyandım. Param yok denecek kadar azdı. Yaptığım pek çok şeyi takas yöntemiyle gerçekleştirdim.

Karadağ’da ikinci ayımın dolmasına az bir süre kala, irtibatta olduğum firmaların birinden beklediğim yanıt geldi. Tam zamanlı bir iş için sözleşme teklifiniz varsa ve üniversite mezunuysanız, işlerin yolunda gitmemesi için pek bir sebep yok. Yasal prosedür sadece iki hafta sürdü ve akabinde çalışma iznim onaylandı.

Epey yoğun bir süreç olmuş senin için. Gelelim ilk kitabın olan Bulut Fabrikası’na. Kitabın çıkış noktasını merak ediyorum.

Bisikletten hem maddi hem de manevi anlamda beslendim ve hayatıma böylesine derin izlerle kazındığı için onun uğruna bir şey yapmak istedim. Diğer yandan, kısa öykü yazarlığını ve anları tarif etmeyi çok seviyorum. Bu ikisini harmanlayıp ortaya bir kitap çıkarma fikri beni çok heyecanlandırdı. Kitabın çıkış noktası buydu.

Kitabı yaklaşık iki yılda bitirdim. Üç farklı şehirde yazılmış bir öykü bile var. Kitaba ismini veren Bulut Fabrikası öyküsünü ise İsviçre’nin Almanya sınırına yakın bir kasabada tamamladım. Hatta ismine de orada karar verdim.

Kitap yazmak ve dünyaya bir eser bırakabilmek bana oldukça özel geliyor. Kendimi bu alanda biraz daha geliştirmek ve birkaç yıl sonra bir de roman yazmak istiyorum ama şu an üzerinde çalıştığım bir başka kitap var. Öncelik onda.

Yazmadığım zamanlarda kendimi mutsuz hissediyorum. Bir yere akmam gerektiğini iliklerimde hissettiğimde nerede olursam olayım yazmaya başlıyorum. İşte, yolda, yemekte… Bazen telefona notlar alıyorum. Bazen aklımdan geçenlerin hızına yetişemediğim oluyor ve böyle durumlarda ses kaydetmeye başlıyorum. Kendi kendime konuşuyorum bildiğin…

Kitap herkesin kendinden bir parça bulabileceği hikayeleri barındıryor. En azından  benim için okurken öyle oldu. Hikayelerinde sürekli bir arayışın içinde olduğun hissediliyor. Buna kimi zaman şehir insanının monotonluğunda kayboluşu da ekleniyor…

Doğaya özlem hep hakim. Kitaptaki karakterler benim yoğunlukla şehirde geçen hayatım esnasında gözlemlediğim kişilerin bir karması niteliğinde. Dolayısıyla kimisi mutsuz, kimisi arayışta, kimisi doğaya özlem duyuyor… Bisikletle doğanın tadını alan biri için şehir hayatı çekilmez olabiliyor. Buna ben de dahilim. Kitaptaki otobiyografik öğeler yer yer etrafa dair gözlemlerimle doğrudan ilintili.

Kimi hikayelerde göze çarpan çocukluğa özlem duygusu… Çocukluk anılarından yola çıkarak oluşturdukların oldu mu?

Kitabı okuyan bisikletsiz kesimin bisiklete dair çocukluk anılarına ufak tefek dokunuşlar yapmak istedim. Kendi anılarımdan oluşturduğum bir öykü yok ama çocukken görüp beğendiğim, bende iz bırakan beyaz bir bisikleti öykülerden birine eklemek istedim.

Bisiklet ile ilk tanışman nasıl oldu?

Çocukluktaki ilk bisiklet hikayeleri öyle çok da farklılık göstermiyor. Hemen her çocuğunki aynı. O yüzden onu geçiyor ve bisiklet ekseninde bir hayat yaşamama kadar uzanan bu yolu bana açan o ilk bisikleti anlatmak istiyorum.

Bundan yaklaşık altı yıl önce ofis hayatının rutinlerinden bunalmış ve bir çıkış yolu arıyordum. Bir şeyler yapmalıydım çünkü sadece işe gidip gelmek beni büsbütün yormuş, yolda geçen saatler anlamını yitirmiş ve her gün kontrol ettiğim e-maillerin içeriğine olan odağımı kaybetmiş durumdaydım.

Üniversitede tanıştığım ve iç mimarlık okuyan sevgili dostum Burak Yalçıner, o dönem yol bisikleti sürüyor, deyim yerindeyse günden güne kanıma giriyordu. Ancak bu işe direkt yol bisikletiyle başlamamın doğru olmadığını; onun yerine önce bir şehir bisikleti almam gerektiğini söyledi. Bütçem belliydi, yapmak istediklerim de öyle. Şehirde kullanabileceğim ama bagaj takıp tura da çıkabileceğim bir bisiklet almak istiyorum. Zarif gözüken, beyaz ve düz maşalı bir modelde karar kıldık. Daha ilk görüşte sevdim.

İş ödeme aşamasına geldiğinde ben dünden razıydım ama Burak biraz pazarlık yapmak istiyordu, zira kendisi bu işte oldukça ustaydı. Ancak ben öylesine hevesli ve fiyatı ne olursa olsun (bütçemi aşmadığı müddetçe) almaya hazırdım ki onun pazarlık elini kuvvetlendirmek yerine zayıflatıyordum. Mağazadan çıktıktan sonra haliyle bana biraz söylendi. Biraz pazarlık yapabilse kaskı daha ucuza ve hatta bedavaya getirebileceğimizden bahsetti ama ben o esnada bunların hiçbirine kulak asacak durumda değildim. Gözleri kalp şeklini almış emojiler gibi bir surat ifadem vardı ve yüzümde asılı kalmış bir gülümsemeyle bisikletime bakıyor, her yerine dokunup yeterince gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.

O bisikletle hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde harika turlar yaptım. Hemen her gün işe gidip geldim ve ilk yol bisikletimi alana dek üzerinden hiç inmedim.

Kitabın geliri ile yapmak istediğin proje nedir?

Kitabın geliri ile Türkiye’de bisiklet sporunda kariyer yapmayı hedefleyen, bisikleti gerçekten ciddiye alan en az bir gence, yarışa hazır, güzel bir bisiklet almak istiyorum. Bu anlamda Bulut Fabrikası, Türkiye’de belki de bisiklet sponsorluğu sağlayan ilk kitap olacak.

İkinci kitabının da yolda olduğu haberini alınca çok mutlu oldum. Bu kitapta okuyucuyu neler bekliyor? Yeni bisiklet hikayelerini okuyacak mıyız?

Hayır, bu sefer bisiklet öyküleri olmayacak ve bu sefer bir öykü anlatıcısından çok birinci ağızdan yazarın cümlelerini okuyor olacaksınız. Tüm bu süreci; Türkiye’den neden ve nasıl ayrıldığımı, ayrıldıktan sonra nelerle karşılaştığımı ve sıkça yalnızlığı anlatıyorum. Kitabı iki bölüme ayırmayı planlıyorum. Önce bu anlattıklarım, sonra da belirli gün ve saatlerde yazdığım notlar olacak. Kitabın ikinci kısmı biraz günlük niteliğinde olacak diyebilirim.

Yaşamının bir parçası olan bisikletler ile ilgili yapmak istediğin başka hayallerin var mı?

Çok uzun vadeli planlar yapmakta zorlanıyorum. İşin aslı, bisikletin sektörel kısmından biraz bunaldım. Bisiklet sektörünün entelektüel anlamda besleyici olduğunu düşünmüyorum. Bundan dört yıl önce hobimi işime çevirdiğim için çok mutluydum.

Ancak hayattan beklentilerim biraz farklı. Biraz daha kendim gibi romantik, hayalperest ve dünyaya baktığında başka renkler görebilen kimselerle olmak istiyorum.

Bisikleti hayatımdan atmayı ya da ne bileyim ona daha az vakit ayırmayı düşünmüyorum. Sadece bu işin profesyonel dünyasında daha az rol alabilirim. Buradan doğacak boşluğa ise bir başka şeyi koyabilirim. Bakalım…

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Şubat 2018 sayısında yayımlanmıştır.