Çoluk Çocuk
Şiir ile rock’ı aynı potada eritebilmiş ve birbirinden başarılı albümlere imza atmış olan tüm zamanların ikonu Patti Smith’in Çoluk Çocuk romanını Erge Güçlü yorumladı.
Business Intelligence Executive, MEC / groupM
Çoluk Çocuk kitabından bahsetmeden önce söylemem gereken şey şu ki ben sıkı bir Patti Smith hayranıyım. Dolayısıyla yorumlarımda biraz yanlı davranmış olabilirim. “Just Kids”’i “Çoluk Çocuk” olarak çevirmiş olmalarından pek hazetmemekle birlikte kitabın genel çevirisinin de harika olduğunu söyleyemem. Orjinal dilinden okumanız tavsiye edilir.
Kimdir Patti Smith?
1970’lerde şiir ile rock’ı aynı potada eritmesiyle tanınan müzisyen, yazar ve görsel sanatçı.
Tüm zamanların 100 albümünden biri olarak kabul edilen ve benim en sevdiğim albüm olan “Horses”ın yaratıcısı.
Fransa Cumhuriyeti’nin bir sanatçıya verebileceği en yüksek onur ödülü olan “Commandeur des Arts et des Lettres” nişanı ile ödüllendirilmiş biri.
Geçen sene 70 yaşına girmiş yaşayan bir efsane.
Palto üzerine arya, kahve üzerine ağıtlar yazan, yaptığı her şeyin kalbinde “şiir” olan koca ruhlu bir sanatçı.
“Ben harekete inanıyorum. O gamsız balona, dünyaya inanıyorum” diyen ve hayata yazdığı bir aşk notu olarak bahsedilen, Murakami’nin lavanta tarlası ya da uzay kapsülü içinde sözcüklerle uğraştığı, Greenwich Village kafesinde başlayıp Frida Kahlo’nun Meksika’daki evine uğrayan “M Treni” kitabının yazarı kendisi.
Dünya bir şeyler yaratan insanlar sayesinde ve onlar için dönüyor bana sorarsanız. Dünyanın dönmesine sebep olan güzel kalplerden biri. İyi müzik yapan, yazan, yetinmeyip çizen, bütün yazarlar gibi serseri.
Bob Dylan’ın birkaç şarkısıyla birlikte dünyadaki en güzel şarkılar pastasını paylaştığına inandığım “Free Money” şarkısının da sahibi.
Gelelim “Çoluk Çocuk” kitabına
Brooklyn’de tesadüfi bir şekilde Robert Mapplethorpe ile tanışır Patti Smith. Yıllarca süren aşk, tutku, sanat ve dostluğu paylaşırlar. Patti Smith’i bir müzisyen ve şaire dönüştüren, Robert Mapplethorpe’i ise ünlü bir fotoğrafçıya dönüştüren bir hikaye bu. Sanatla beslenen ve aynı zamanda sanatlarını besleyen bir ilişki. Evet, ilişkileri sonsuza dek sürmez ama ruhları da hiçbir zaman ayrı düşmez.
Bu kitap “nasıl sanatçı olunur” rehberi değil. Sanatçı doğan ve hayalleri için her yolu deneyen iki genç insanın hikayesi. Onların dönemi. 1969 New York’u, Chelsea Oteli, şair donut’ı. Ne bir yere gidecek paraları, ne telefon ya da televizyonları var iken sadece pikapları olan ve seçtikleri parçayı döne döne uyuyana kadar çalan iki gencin yükselişi. Bu ikisinin hikayesi. Sadece ikisine özel. Oldukça samimi bir dille Smith’in kalbini açarak yazdığı bir kitap. İlişkileri üzerine konuşmak ilkel kalacağından hiçbir yorum yapmayacağım elbette. Bu ikisinin sihri.
“Dünyanın kara ormanına dalan Hansel ile Gretel gibiydik. Asla hayal bile edemeyeceğimiz cazibelerin, cadıların ve iblislerin yanı sıra ancak bir kısmını hayal edebildiğimiz ihtişamlarla karşılaştık. Bu iki genç adına hiç kimse ne konuşabilir, ne de birlikte geçirdikleri günler ve geceler hakkında doğruyu söyleyebilir. Bunu sadece Robert ile ben anlatabiliriz. Onun deyişiyle, bu bizim hikayemiz. Ve o gittiği için, bunu size anlatma görevini bana bıraktı” diyor Patti Smith. Gelin ondan dinleyin. Elvira Madigan’ın yazına, aşkın yazına, Robert ile tanıştıkları yaza dönün. Hikayelerini ilk ağızdan dinleyin. Bir aşk hikayesi olarak başlayıp bir ağıt olarak sona eren bu kitap kalbinizde bir yerlere dokunacak, fena halde hem de.
Bizim şarkımız dedikleri Tim Hardin’in “How Can We Hang On To A Dream” şarkısını dinleyebilirsiniz tam şu an. Bu kitap bir şarkı olsaydı tam da bu olurdu.
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Eylül 2017 sayısında yayımlanmıştır.