Dijitalin önlenemez yükselişi dergilere hayat veriyor…

‘Yeniyi tanıdık, tanıdığı yeni yapan dergi’ mottosuyla yola çıkan Calling Mag’in hikayesini ve yeni nesil dergicilik hakkında merak edilenleri Calling’in kurucusu Can Zeydan’dan dinledik.

can-zeydan

2014’te yayın hayatına başlayan Calling’i üniversite yıllarında ekilen tohumlar sayesinde kurduğunu söylemişsin. Neydi bu tohumlar?

Tek bir şey söylemek çok zor. Yaşam tecrübelerinin birikimi. Babamın 3 yaşında aldığı orgla yayın hayatına başlayan bir hikaye. Çocukken evde kurduğum hayali radyo stüdyosuyla ya da doğa sporları sırasında keşfettiğim ıssız dünyalarla, hatta hayatım boyunca karşılaştığım birçok güzel insanla bağlantılı bu tohumlar. Bir karardan öte bir hissiyattı Calling projesini hayata geçirmek ve bugünlere hep bu naif tavrını koruyarak ulaştı. Her gün maruz kaldığımız bilgi kirliliği karşısında etrafımdaki kreatif insanlarla beraber kaçabileceğimiz bir köşe yarattık.

Calling’in sloganında da duyumsanan bir “zamansız” olma gayreti var. Zamansız olmak sizin için ne anlam ifade ediyor; neden bu kadar önemli ve gerekli?

Calling’in tek amacı değilse de olmazsa olmazı modern zaman dergiciliğinde zamansız kalabilmek. Gündem olan her şeyin anlık değer değiştirdiği bir dönemde bundan bir sonraki gün bile aynı keyifle yaşanabiliyorsa sayfalarımız, zamanla başka bir işimiz kalmamış demektir.

Şu anda bir yandan aile şirketinin yönetiminde yer alıp diğer yandan kendi girişimin olan dergi hayatına devam ediyorsun. Bir yönetici ve girişimci olarak gençlere neler önerirsin?

İçinizde daha fazla barındıramayacağınız bir tutkuya, asla tükenmeyecek bir sabıra ve birbirinden güç alıp, birbirine sahip çıkacak bir ekibe ihtiyacınız var. Değişime açık olun, inancınız doğrultusunda eleştiri ve önerileri değerlendirin. Kolay vazgeçmeyin.

Dijitalin giderek daha baskın hale geldiği günümüzde, Türkiye’de ve dünyada basılı anlamda dergicilik sence nasıl bir süreç yaşıyor?

Dijitalin önlenemez yükselişi biraz kanlı da olsa dergilere hayat veriyor. İlk teknoloji dalgasıyla bir lüks obje haline gelen bu basılı yayınlar giderek daha da özelleşen bağımsız içerikleriyle birçok hayat tarzına ilham olabilecek bir güce dönüşüyor. Tüm bunların yanında artık dergiler sadece basılı veya dijital platformlardan ibaret değil. Bazen fiziksel bir mekan olarak bazen ise bambaşka bir deneyim sunarak hayatlarına devam ediyor. Monocle’ın kurucusu Tyler Brule ısrarla sosyal medyada var olmazken, yemek ve kültür dergisi Gourmand, köpekler için moda şovu yapıyor. Diğer bir yanda yeni çıkan Sofa dergisi ilk sayısında 16 yaşındaki konuk editörü ile herkese “Nasıl yani?” dedirtirken, Folch ekibinin modern zamanlarda erotizmi sofistike bir bakış açısıyla ele aldığı Odiseo dergisi vizyonumuza renk katıyor. Bütün bunlar size de heyecanlı gelmiyor mu? Dünya ne kadar tuhaf bir yere doğru gidiyorsa, dergicilik de hemen arkasından geliyor. Türkiye’nin daha yavaş da olsa ayak uydurduğu bu dönüşüm bizler için kaçınılmaz. Özgür olabildiğimiz sürece daha görecek çok şeyimiz var.

Dergiyi kurduğun ilk dönemlerde ne gibi endişelerin vardı ve şu anda bu endişelerle ilgili düşüncelerin ne durumda? Nasıl bir evrim geçirdi?

Endişe iş yapısının doğasında var ki bu endişelerden beslenebiliyorum. Yaptığımız işte emek çok büyük ve değerli. En büyük endişem bu değerli emeğin doğru ve temiz bir şekilde özgün bir marka altında sunulması. Calling artık ayaklarının üstünde durabildiği bir dönemde, koşarak istediği yere yetişebilir ya da biraz dolaştıktan sonra sevdiği bir köşeye oturup keyif yaparak da geçirebilir hayatını.

 

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in Ekim 2016 sayısında yayımlanmıştır.