Temel ihtiyaçlarımızdan biri olan beslenmenin, modern teknolojinin etkisiyle yaşadığı dönüşüm ve asla sonu gelmeyen yemek paylaşım akımı 3 sayıda incelenecek bir “Instagramming” dosyasıyla huzurlarınızda.
PR ve Pazarlama Uzmanı
Zaman tüneli her zamanki doğal akışında parmaklarınız arasından kayıp giderken bir arkadaşınızın paylaştığı o iştah kabartan çikolata kremalı ıslak kek ve dumanı tüten kahve fotoğrafında şöyle bir iki saniye kalıyorsunuz…Tanıdık bir an değil mi?
Kaç Pazar kahvaltısı doğru Instagram filtresi seçme uğruna soğudu. Kaç arkadaşın öfkeli bakışlarına tutsak edildi sofraya dokundurmayan Instagram’cılar.
Hemen her gün çoğumuz izleyici ya da yayıncı durumunda bu hikayenin kahramanı olarak yer almıyor muyuz? Peki neden yeme eylemini tat duyusundan soyutlayarak görsel bir şölen olarak paylaşma eğilimindeyiz? O fotoğraflarda ne arıyoruz ya da ne saklıyoruz 🙂
Temelinde ‘Instagram Çekimleri’, enfes olanı ‘yakalama’ arzumuzun bir ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Fransız filozof Jean Anthelme Brillat-Savarin’in “Dis-moi ce que tu manges, je te dirai ce que tu es” yani “Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” cümlesi de yemek alışkanlıklarının bir kişi ile ilgili en “öze” dair ipuçlarını taşıdığını ifade ediyor. Eminim Brillat-Savarin bugün yaşasaydı bu sözünü “Bana yemek için yarattığın konsepti göster sana kim olduğunu söyleyeyim” şeklinde değiştirirdi.
Mutlu bir yüzyıl
Bundan yıllar sonra, gelecekten bugüne bakanların ellerinde sadece bir Instagram kesiti olsaydı, içinde bulunduğumuz bu zamanlar için hiç şüphesiz yavru köpekleri olan, kremalı tartlar yiyen ve daima gülen insanlarla dolu “mutlu bir yüzyıl” derdi. Güzel yemekler yiyerek, her daim mutlu, sporla iç içe, sağlık konusunda istikrarlı olduğumuza ve her sabah güneşin daha parlak, gökyüzünün daha mavi olduğu bir evrene uyandığımızdan emin olurlardı.
Dünya resimleşiyor, evren olduğundan daha güzel bir yermiş gibi görünme arzusu içinde konsepti düzenlenmiş tabaklar, filtre ile daha yeşil bir orman, kontrastı artırılmış gerçeklikler anı çekmecelerine o şekilde saklanıyor.
Küçük kalplere bağımlıyız
Bir paylaşım yaptığımızda ve bu paylaşım etkileşim aldığında beyinde dopamin maddesi salgılanıyor, vücut aynı kimyasalı bağımlılık duygusunda da salgılıyor. Hesaplarımıza, yorumlarımıza ve o küçük kırmızı kalplere bağımlılığımız artıyor.
Yalnızlaşma duygusu ile seçici geçirgen bir sosyal perde arkasından kendini sergilemek, hepimize ‘aslında olmak istediğimiz’ kişiden bahsetme fırsatı doğuruyor.
Modern toplumlarda aileler küçülmeye başladıkça geniş ailelerden uzakta kendi mikro birimlerimizi yaşıyoruz. Yüz yüze iletişimden uzak sosyal teknolojinin “beğenileri” ile iletişimimizi sağlıyoruz. Araştırmalara göre yemek paylaşımlarının birden çok psikolojik sebebi var; ne kadar sağlıklı beslendiğimizi göstermek, örnek birey teşkil etme isteği ya da tam tersi; zararlı yiyecek paylaşımlarında takipçilerimizi de görsel şahitler olarak bu suça ortak ederek vicdanı rahatlatmak isteği bunlardan biri olabiliyor. Instagram aramızdaki gizlilik duvarlarını kaldırıyor, şimdilik duvarın şeffaflığı bizim elimizde…
2. bölüm: Deliriyor muyuz?
Yemek paylaşımlarının yeme alışkanlıkları üzerindeki etkisine yönelik 2 farklı görüş gelecek sayıda!
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Şubat 2016 sayısında yayımlandı.