Italo Calvino’nun, Marco Polo’nun Tatar hükümdarı Kubilay Han’a anlattığı hayali gezi dizisini konu alan efsanevi kitabı Görünmez Kentler romanını Erge Güçlü yorumladı.
Business Intelligence Executive, Wavemaker
POLO: Belki de dünyadan geriye çöplüklerle kaplı belli belirsiz bir yer, bir de Yüce Han’ın sarayının asma bahçesi kaldı. Onları birbirinden ayıran bizim göz kapaklarımız, ama hangisi içeride hangisi dışarıda belli değil.”
Modern dünyanın hikaye anlatıcısı Calvino’nun “Görünmez Kentler” romanı Venedikli gezgin Marco Polo’nun Tatar hükümdarı Kubilay Han’a anlattığı hayali gezi dizisini konu alıyor. Bazı bazı puslu ancak çoğunlukla ılık ve huzurlu bir yolculuk bu. Okurken hem yazarın kentlerinde dolaşıyor hem de zihninizde bir atlas oluşturuyorsunuz.
Kenti kent yapan nedir? Biz insanlar mı yoksa binalar, parklar, ağaçlar, kuşlar mı? Bir kenti oluşturan unsurlar; tutkular, hikayeler, masallar, özlemler, savaşlar, kavuşmalar, aşklar ya da arzular değil midir? Kentlerin bir ruhu var mıdır? Var ise bunu biz mi var etmişizdir yoksa biz mi zamanla yok ediyoruz? Kitabı, “Görünmez Kentler, kent yaşamının kalbinden doğan bir rüya” diye betimliyor Calvino ve “Okur, kitabı, mümkünse büyük bir caddenin kenarına dizilmiş kahve masalarından birine ilişerek okumalı; göz önündeki gerçekle, göz önündeki kurguyu daha iyi görebilmek için…” diye ekliyor. O kahve masasını bulduğunuzda yola koyuluyorsunuz. Kitabın içinde dolanıyor, kafanızı kitaptan kaldırdığınızda ise var olduğunuz kentte kayboluyorsunuz. Kitapta kaybolmaya başladığınızda; kentin sokaklarından, köprülerinden, dükkanların önünden, meydanlarından, parklarından, tünellerinden geçiyorsunuz. Kentin pencere pervazlarıyla, çeşmeleriyle, kaldırım taşlarıyla tanış oluyorsunuz. Uzun bir şiir gibi betimlenen kentler, eskiden çıktığınız yolculukların anısını çağırıyor.
Bir başyapıt mıdır derseniz, evet öyledir. Size kentler çizer; yollar vadeder, sosyolojik çıkarımları önünüze serer, kalbinize dokunur ve oldukça davetkardır.
Küba’da İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Calvino’nun kendine has camdan bir dünyası var. O camdan kar küresinin içerisine sizi de alıyor ve küreyi ters çeviriyor. Kitap bittiğinde kar küresinin durulduğunu ve etrafın sessizliğe büründüğünü hissediyorsunuz. Huzursuz değil, tatminkar bir sessizlik bu. Zaman ve mekan kavramından yer yer soyutlandığınız bir sessizlik. Bende uyandırdığı his tam olarak bu.
Ayrıca şunu da eklemek istiyorum ki tam bir kış romanı. Şezlonga değil battaniyeye yakışır cinsten. Bu kitabı bitirdikten sonra yazarın, yazarlık dehasını konuşturduğu bir diğer roman olan “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” kitabını da okuyacaklarınız listesine ekleyebilirsiniz. Bu kışı Calvino okumadan geçirmeyin.
Keyifli okumalar!
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Aralık 2017 sayısında yayımlanmıştır.