Hız, sona giden ve çok hızlı bir tren…
Büyük şehirler, yoğun bir iş ve okul hayatı derken hayatımızı en yüksek hızda yaşıyor ve beklemeye tahammül edemiyoruz. Peki küçük bir mola vermeye ne dersiniz?
Aslı Balkan (26)
PR ve Pazarlama Uzmanı
Hayatın akışı içerisinde hız almaya alışır insan. Biz de oldukça hızlı bir tempoya girdik. Fast Talk, Fast Fashion… Suyun kaynamasını ya da kahvenin köpüklenmesini beklemeye vaktimiz yok. Hemen olsun, şimdi olsun istiyoruz. Bir şeyi beklerken vakit kaybediyor gibi hissediyoruz.
Çoğumuz hayatımızdaki her bekleme boşluklarına başka işler sıkıştırarak sürekli hareket döngüsünde uyuma anına kadar kendimizi meşgul tutuyoruz.
Durmalıyız!
Alınan yolun uzaklığı kadar, yolun kendisini amaç edinmek… Nefes almak, tüm kablolardan kurtulup sonrasında tekrar bağ kurmak, doğa ile kendimiz ile bir iletişim sağlamak için.
Hız kavramı hayatımıza Sanayi Devrimi ile giriyor. 1 günde 1 ayakkabı yapmak yerine 1000 ayakkabı yapabilmemizi sağlıyor / sebep oluyor. Daha çok ve daha hızlı üretmek, üretilen ürünlerin de değerinin düşmesine sebep oluyor. Dev bir eşya çöplüğüne dönüştürüyoruz dünyayı, daha çok satın almak için daha çok çalışıyoruz.
Tüketmemeye odaklanmak
Tribal Worldwide Istanbul’un Yavaş Yaşamı Destekleme Derneği için tasarladığı kampanyasının bir dönem altını çizdiği gibi (ki uzun zamandır kendime ayna tutan ilginç bir çalışmadır) çevremiz hep “daha”sı için bizi zorluyor; daha farklı giyin bir ayakkabı daha, bir çanta daha… Para kazandıkça hep daha fazlasına ihtiyacımız oluyor.
Mutluluğu elimizde olmayan üzerinden tanımlıyoruz, sahip olduğumuz / yaşamı paylaştığımız hiçbir şey bize yetmiyor. Daha iyisi daha farklısı bizler için.
Sistem her konuda bir yerlerde daha iyisinin olduğu yanılsamasına hazırlıyor bizi. Bu bilgi / ihtimal de mevcut durumdan ortamdan yaşamımızdan memnuniyetsizliğimizi besliyor.
Yavaş yaşamın ilk adımı yeme / yemek kültürünü değiştirmekle başlıyor
1980’lerde Carlo Petrini ve bir grup aktivist bölgesel gelenekleri, “iyi yemek” anlaşıyışı ile yavaş bir yaşamı savunmak için Slow Food kavramını başlattı. Petrini, yavaş yemek akımını yaratırken yavaş yemeğin ve yanına koyduğu samimi bir sohbetin de yavaşlamak için bir yol arkadaşı olacağını düşünüyor. Biri ile samimi bir sohbet, emek vererek bir yemeği hazırlamak sadece fiziksel doyum değil aynı zamanda ruha da bir dinlenme zamanı sunuyor.
Kendimizi tanıyor muyuz?
Topluluklar genişliyor ve bizler de giderek daha zengin daha karmaşık bir düzenin içinde yaşıyoruz. Etnik çizgiler bulanıyor, yeni kültürler oluşuyor. Dijital yaşamımızla gerçek yaşamımız birbirine geçiyor, ortak trendler çoğalıyor. Hal böyle olunca dünya birbirine benzemeye başlıyor.
İnsan kendine yabancılaşır mı? Bu hız düzeninde zaman zaman kendine bile tahammülü azalıyor insanın… Yakın zamanda kaybettiğimiz Engin Geçtan’ın dediği gibi yabancılaşma “dünyasızlığı” yaşatır, bu kopuş ise anlamsızlığı ve ilişkisizliği beraberinde getiriyor. Yavaşlamak için ‘an’da kalmak bir diğer temel yöntem. En basit bir eylemi bile asıl hedef yapmak. Çayın, kahvenin tadını düşünmek, o an sadece “kahve içmek.”
Dijital yaşamı sınırlamak
Sosyal medya döngüsüne belki her saat başı siz de giriyorsunuzdur. Biliyorsunuz neden bahsettiğimizi; hani Instagram’dan başlayıp, Facebook’a devam edip sonra tekrar Instagram zaman tünelinde sonlanan bu döngüden bahsediyoruz. Bir bakmışız 1 saat geçmiş…
Önce kendimiz yavaşlıyoruz, farklı şeylere önem vermeye başlıyoruz hayatın gerçek anlamını bularak… Bunu kentlere yansıtıyoruz. Kentler yavaşlıyor. 208 cittaslow kenti var dünyada. Yaşamlarını sadeliğe ayıran, ihtiyacı olmayan şeyleri biriktirmeyen, eşyanın da bir enerjisi olduğuna inanan topluluklar. Zaman sınırlı ve yavaşlamak her anı keşfetmek için oldukça değerli…
Trenin hızını düşürebilmemiz dileği ile…
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Mart 2018 sayısında yayımlanmıştır.