Kadın düşmanlığı tüm biçimleriyle sergileniyor

Kadını ve kadın düşmanlığını merkezine alan “Bir Kelime Bin Mesele” sergisinin küratörü Burçe Saraçoğlu, bize serginin çıkış noktasını anlatıyor.

Küratörlüğünü Burçe Saraçoğlu’nun yaptığı “Bir Kelime Bin Mesele” sergisi, geçtiğimiz Nisan ayında GaleriBU’da gerçekleşmişti. Sergi “mizojini” kavramından yola çıkarak, kadını ve kadın düşmanlığını merkezine alıyor. Kadına karşı meşrulaştırılan mizojinik her türlü şiddet, tecavüz, kadın bedeninin metalaşması ve nefret söylemi gibi benzer ön yargıların günümüzde hala devam etmesinden yola çıkan “Bir Kelime Bin Mesele” sergisi bu meseleleri ve 11 farklı sanatçıyı bir araya getirerek konuyu genişletip kişisel deneyim ve birikimlerden oluşan anlatım biçimleriyle irdeliyor. Biz de İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat Yönetimi bölümü son sınıf öğrencisi Burçe Saraçoğlu (23) ile bir araya gelerek serginin nasıl ortaya çıktığını ve Türkiye’deki kadın meselesini konuştuk. Bunun yanında, sergide yer alan sanatçılardan biri olan Marmara Üniversitesi Resim Bölümü mezunu Damla Yalçın’a (23) birkaç sorumuz oldu. Üretm disipilini olarak nakış tekniğini seçen Damla da bize sergide yer alan çalışmalarını anlattı.

“Bir Kelime Bin Mesele” sergisi fikri nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir ihtiyaçtan yola çıktınız?

Burçe Saraçoğlu Okula bir sene ara verdim, dil eğitimi için New York’taydım. NY’ta hem sanatı gözlemlemek hem de ülkenin kültür çeşitliliğine tanık olmak beni birçok açıdan besledi diyebilirim. Bu bir senelik aradan sonra okula geri döndüm ve adapte olmaya çalıştım. Doğrusu kendim için o kadar rahat bir yerden tekrar baskıcı bir ortama dönmek çok zor oldu. Orada kendimi daha rahat hissediyordum; en basit örneği, giydiğim kıyafetlerle insanların rahatsız edici bakışlarına maruz kalmıyordum. Ülkeme döndüğümde bir kadın olarak yaşadığımız zorlukları daha iyi gözlemleyebildim. Tabii burada “Bütün kötülükler bizim ülkemizde” gibi suçlayıcı bir tavırda bulunmuyorum. Tecavüz, taciz, sözsel saldırı… Bunlar insanın olduğu her yerde var mesele bazı ülkelerin bazı noktaları aşmış olması.

Okulumun son senesi olduğundan üniversite bitirme projesi kapsamında bir sergi gerçekleştirecektik. Ben de ilk başta insan ve sonra bir kadın olarak yaşadığım zorlukları düşünerek kadın üzerine bir sergi gerçekleştirmeye karar verdim. Açıkçası, bana göre oldukça çok hassas bir konu olduğu için bu süreci ilerletmek biraz zor oldu. Jack Holland’ın “Mizojini Dünyanın En Eski Önyargısı Kadından Nefretin Evrensel Tarihi” adlı kitabından yola çıktım ve mizojini kavramını ele alarak 11 sanatçım ile bu süreci ilerlettik.

Bir küratör adayı olarak, bu sergi kadın üzerine yapılan ilk sergi değildi ve farklılık katmam gerektiğini düşündüm. Bu yüzden, bu meseleye ilk önce insanı koydum; daha sonra erkek, kadın, çocuk veya hayvan gibi bir ayrıma gittim. Çünkü bize göre saldırılar, şiddetler hiçbir canlıya uygulanmamalıydı. Kadın düşmanlığını, kadına gerçekleştirilen sözsel veya fiziksel saldırıları, kadının toplumdaki yerini cinsiyet ayrımcılığı yapmadan sorgulamaya çalıştık. Bu yüzden 11 sanatçımın arasında bir de erkek sanatçım var.

Sergiyi gerçekleştirme amacınız ve hedefiniz neydi?

Burçe Saraçoğlu Dediğim gibi benim sergim kadın düşmanlığını temel alan ilk sergi değildi. Farklı noktaları da vurgulayarak kadına karşı bu düşmanlığın, saldırıların ne yazık ki hala var olduğunu göstermekti. Jack Holland kitabında da bu konuyu tarihsel süreçlere ayırarak yazmış. Okurken bazı noktalarda oldukça rahatsız olabiliyorsunuz ve hatta bizim okuyup, bilgilerinden yararlandığımız birçok felsefecinin veya yazarın dahi bu düşmanlığa ortak olduğunu bilmek şaşırtıcı bir etki bırakabiliyor.

Serginin küratörü olarak Türkiye’deki kadın meselesine bakışınız nedir?

Burçe Saraçoğlu Bana göre bu çok hassas bir konu. Sadece televizyonda izlediğimiz kadın cinayetleri saldırıları değil belki bizlerin de her gün yaşadığı ve artık bu durumu normalleştirdiği için susmak zorunda olduğu meseleler var. Ben pek susabilen taraf değilim sanırım. Hala kadına zorla atfedilen durumlar var. Özellikle benim yaş grubum üzücü bir durumda. Evlendikleri an kendi hak ve özgürlüklerinden hemen vazgeçiyorlar ve hayatlarını birleştirdikleri o insana hizmet etmek zorundaymışçasına kendi hayatlarından vazgeçip ona ve onun sunduğu hayata kendilerini adıyorlar. Buna kendi yakın çevremde çok tanık oldum. Kadını sosyal hayattan koparmanın çok kolay olduğu düşüncesi ile evcil bir hayvan gibi önünüze sunulanla mutlu olmanız ve yaşamanız bekleniyor. Mesela toz almak veya çamaşır asmak şu an hala birçok erkeğin ‘kadın işi’ olarak sınıflandırdığı bir eylem. Oysa yaşamak için kadın veya erkek olmak fark etmez normal şartlarda hepimiz bunları yapabiliriz ama evlenince yemek yapmak, çamaşır yıkamak kadının asli göreviymiş gibi düşünülüyor. Bir şeyleri kadın veya erkek yerine önce insan olduğumuz için yapıyor olsak sorun kalmayacak aslında. Sanırım bu durumun biraz aile içerisinde yetiştirilmekle de alakası var ama bu konuları deşersek şu an içinden çıkamayabiliriz.

Bu meseleleri sadece evlilikte görmüyoruz, bir de kadın bedeninin reklamlarda veya dizilerde beklenen güzellik formlarında olma şekli var. Örneğin gevrek reklamlarında kadın bana göre zayıf fakat hala gevrek tüketmesiyle daha da zayıflanması bekleniyor ya da yaz geldiği için zayıflaması. Ah, şu kadınlara zorla dayatılmaya çalışılan güzellik kuralları…

Toplumumuzda hala aşamadığımız çocuk gelinler meselesi var bir de. Böyle bir şeyin üzerine konuşmak bile rahatsız edici. Zaten olmaması gereken bir şey.

Bir de bunların yanı sıra cinsiyet ayrımcılığına yol açan cümleler var. “Karı gibi gülme”, “kız gibi oynama”… İnsanı kadın-erkek diye ayırmak yerine önce insan olarak yargılayıp değerlendirsek bana göre aramızda bir problem olmayacak. Sorunumuz iletişim kuramayıp yıllardır kabul edilen veya zorla ettirilen ‘kadının görevi’ adı altında sıralanan kurallar. Elbet bir gün bunları aşacağız ve birbirimizi insan olarak görmeye başlayacağız. Mühim olan ısrarla bu meselelerin üzerinde durmak bence.

Sergide hangi sanatçıların işlerine yer verdiniz?

Burçe Saraçoğlu Sergide; Beyza Boynudelik, Damla Yalçın, Eda Emirdağ, Hülya Sözer, İpek Duben, Leyla Emadi, Meltem Sırtıkara, Nur Koçak, Sena, Tan Taşpolatoğlu ve Yağmur Yılan’ın çalışmaları yer alıyor.

Özellikle bu sanatçıları seçmenizin bir nedeni var mı?

Burçe Saraçoğlu Sergide 11 sanatçı yer aldı. Özellikle bir ayrımım yoktu. Aralarında yeni mezun bir sanatçı da yer aldı. Bu süreci kendimce en iyi anlatabileceğim sanatçılarla bir araya geldim. Cinsiyet ayrımcılığı yapmadan meselemize odaklanmaya çalıştık. Sanatçılar kendi disiplinlerinde ürettikleri işlerle bu duruma bir pencere aralamaya çalıştı diyebiliriz. Kendimizce herkesin anlayabileceği bir odak oluşturmak istedik ve bunu sanatçılarla birlikte gerçekleştirdik sanırım.

Jack Holland, kitabında kadın düşmanlığını belli tarihsel süreçlere ayırarak ele almış. Ben de sergimde kuşaklararası bir iletişim kurmak adına İpek Duben ve Nur Koçak’ın işlerine yer verdim. Mesela, Nur hanımın işleri o dönemde kadının toplumsal hayattaki yerini sorguluyor. O zamanda da kadının sosyal hayattan nasıl soyutlanmaya çalışıldığına işlerle tanık olduk.

Bundan sonraki hedeflerinizde neler var?

Burçe Saraçoğlu Sergi süreci benim için mükemmel bir tecrübeydi. Bu yolda neler yapıp neler yapmamam gerektiğini gördüm. Daha çok öğrenecek şeyim olduğunu biliyorum. Bu yüzden olabildiğince kendimi geliştirmeye gayret edeceğim. Aklımda planladığım bir sergi projesi daha var. Bu sefer eş bir küratörle gerçekleştirmeyi planlıyorum. Şu an taslak aşamasında diyebiliriz.

“Bir Kelime Bin Mesele” sergisinde yer alan çalışmanızı bizlere anlatabilir misiniz?

Damla Yalçın İki tane yerleştirmem yer aldı. İkisi de yastık formlarından oluşturduğum işlerdi. Birinde 2008-2015 yılları arasında Türkiye’de ölen kadınların isimlerini yazıp üzerine kanaviçe işlemiş olduğum tülle o geleneksel yapının içerisinde kadına yüklenen rollere ve gelinen sonuçlara vurgu  yapmaya çalıştım. Diğer işim ise; galeri mekanının dışına yerleştirdiğim küçük, renkli yastıklardı. Formları ve renkleri oyuncağı çağrıştıran bu işimleyse çocuk gelinlere gönderme yapmaya çalıştım.

Sizce Türkiye’deki kadınların karşılaştığı en büyük zorluk nedir?

Damla Yalçın Tek bir şeyden söz etmek çok zor gerçekten çünkü kadına ‘kadın’ demeye çekinilen bir ülkedeyiz. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığını en başta aile içinde gören biz kadınlar, sokağa adım attığımızda zorluklarla karşılaşmaya başlıyoruz.

Bu tarz çalışmalarda yer almaya devam edecek misiniz?

Damla Yalçın Tabii, teklifler oldukça yer almayı çok isterim.