Çavdar Tarlasında Çocuklar
Dünya edebiyatının münzevisi J.D. Salinger’in “Çavdar Tarlasında Çocuklar” romanını Erge Güçlü yorumladı.
Business Intelligence Executive, Wavemaker
“Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.” Cümlesiyle biten; John Lennon’ın katilinin tutuklandığı sırada okumakta olduğu kitaptan bahsedeceğim bu ay.
Romanın her gün dünya çapında 600-700 kopya sattığı söyleniyor dolayısıyla bu yazıyı okuyan çoğunluğun kitabı okuduğunu düşünsem de okumayı ertelemiş kişiler için “Çavdar Tarlasında Çocuklar”ı listelerinin tepesine çıkarmak gibi bir hedefim var.
Defalarca sansürlendiği halde okullarda okutulan, çokça tartışılan Salinger romanı “Çavdar Tarlasında Çocuklar.”
Kitabın hem ana karakteri hem anlatıcısı olan Holden, birçok kişinin çokça sevip benimsediği bir karakter. Salinger dosya olarak kitabı ilk teslim ettiğinde “bu karakter deli” cevabını alıyor ve oldukça öfkeleniyor. Buradaki öfkesinin sebebi de karakterin kendisinden izler taşıması. Delilik kavramının tartışmaya oldukça açık olması ve birçok anormale, normalden daha çok ihtiyacımız olduğu zaten aşikar. Her şeye karşı olmaktan ya da farklı olmak için uğraş vermekten bahsetmiyorum. Zaten herkes olduğu gibi kalabildiğinde birbirinden ne denli farklı olduğunu görecektir. Aynılaşmayı normalleştirmek, geride kalanları anormal olarak yorumlamaksa; evet anormalleri daha çok aramızda görmek isteriz.
Bir kahramanlık ya da başarı hikayesi anlatmıyor Holden. Büyüme sancılarını, memnuniyetsizliğini, gelgitlerini, ergenliğini, kendi içindeki çelişkilerini toplum eleştirisiyle harmanlayıp aşırı samimi bir dille karşıya geçiriyor. Yaptığı tüm güzellik bundan ibaret.
Kitap zaten ilk cümlesiyle, okumaya başladığınız kitabın karakteriyle ilgili kuvvetli bir ipucu veriyor:
“Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum.”
Evet Holden bu; sıkılıyor, harika diyaloglara giriyor, eleştiriyor, hep daha fazla eleştiriyor, umursamıyor, memnun olmuyor, insanların işleri her zaman berbat ettiğine inanıyor, hızlı öfkeleniyor, anlık aşık olduğunu düşünüyor sonra vazgeçiyor. Bazen her şeyden nefret ediyor; insanlardan, okuldan, taksilerden, sahtekarlıklardan, asansörlerden.
Peki bu kitap sadece lise çağındaki çocukların okuması gereken bir ergenlik kitabı mıdır sorusunun cevabı ise tabi ki hayır. Zamanı bir bütün olarak ele alırsak bugün kim olduğunuzla ilgili oldukça fazla done barındıran bir dönemdir lise çağınız. Dolayısıyla 17 yaşındaki bir çocuğun yaşadıklarını bu kadar net bir şekilde karşıya geçiren Salinger elbette ki sizden de bir şeyler anlatıyor olacak. Mutlaka ki o deneyimin bir parçası olacaksınız. Holden’in tüm bu isyankarlığı sizi okurken bunalıma da düşürmüyor, “ergenlik işte” diyip gülüp geçmenize de sebep olmuyor. Zaten yazarın yeteneğini konuşturduğu nokta tam da burası; 17 yaşındaki bir çocuğu sabit alarak size sorgulattıkları.
Holden’i anlayacaksınız ya da anlamayacaksınız; yer yer haklı bulacaksınız ya da komple abarttığını düşüneceksiniz. Burası elbette ki size kalmış ancak kitabı bitirdiğinizde dünyayı daha filtresiz bir şekilde yorumlayan Salinger’e sempati besleyeceğiniz kesin.
Çavdar tarlasındaki çocuk olmaktan hiç vazgeçmeyin.
Keyifli okumalar.
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Mart 2018 sayısında yayımlanmıştır.