“O bülten kimin için önemli?”

Eğer medya-ajans-marka üçgeni arasındaki sağlıksız düzeni değiştiremezsek haber değeri taşımayan daha çok basın bülteni yazarız; müşteri mutsuz, biz mahcup, editör sinirli…

Aslıhan Güzeller (26)
Genç İDA

 

 

Yakın zamanda bir gazetenin ekonomi servisindeki editör bir arkadaşımı ziyarette bulundum. Bu tür ziyaretleri önemsiyor, gazetecilerle ilişki geliştirmenin halkla ilişkilerin %1’i olduğuna inanıyorum. Sohbet esnasında gözümün editörün e-postalarına takıldığını söylemeliyim. Zira bu e-postalarda beni ve sizi ilgilendiren önemli bir şey var; günün ilk yarısında gelmiş 500’e yakın basın bülteni… Ekranın iki yarısı iki farklı ülkede yaşıyor gibi, gündemleri birbirinden o kadar farklı ki… O an hissettiğim şeyi size üç kelimeyle tarif edeyim: NE YAPIYORUZ BİZ?

“Bu haber bizim için çok önemli!”

Her ajans çalışanı müşterisinden bu cümleyi muhakkak duymuştur: “Bu haber çok önemli!” Müşteri doğrudur ve haklıdır, o bülten onlar için çok önemlidir. Fakat bu cümleyi biraz inceleyelim.

Bu bir bültendir. Haber olup olmadığını önce ajans, sonra gazeteci değerlendirmelidir. Cümleyi öğelerine ayırdığımızda “kimin için önemli?” sorusunun cevabı o bültenin değerini belirliyor. Bu bülten müşteri için önemli. Peki ya kamuoyu için önemli mi?

Bunları neden anlatıyorum?

Müşterinin “önemli haberini” değerlendirmek, basın gündeminin o haberin çıkış sağlaması için uygun olup olmadığını araştırmak ve tüm bunların sonunda müşteriyi doğru yönlendirme görevi bize düşüyor. Marka gündemi ile medya-kamuoyu gündemini ortak bir paydada buluşturmak, haber değeri taşıyan içeriği de bir gazeteci gibi çalışarak markadan sağlamamız gerekiyor. Hangi konuda özel haber yapılmalı, hangisi bülten yapılmalı ya da bu bülten yapılmamalı gibi ‘içe dönük’ sorularla markayı doğru yönlendirmek de bizim elimizde…

Bu doğrultuda atmamız gereken ilk adım; müşterilere medya düzeni, haber nedir – ne değildir, hangi durumlarda basın bülteni yazılır, hangi durumlarda susmak gerekir gibi benzer onlarca sorudan (ve tabii yanıtlarından) oluşan bir eğitimin verilmesi olmalı… Bu eğitimler de yalnızca üst düzey yöneticilere değil, iletişimle ilişkisi bulunan tüm birimlere verilmeli. Ancak bu şekilde medya-ajans-marka üçgeni arasındaki ilişki sağlıklı hale gelebilir. Eğer bu sağlıksız düzeni değiştiremezsek haber değeri taşımayan daha çok basın bülteni yazarız; müşteri mutsuz, biz mahcup, editör sinirli… Tek bir eğitimle bunun mümkün olmayacağını bilecek kadar rasyonelim ama yine de ben her zaman bir yerden başlamak gerektiğine inananlardanım. “PR’cılardan” gönderilmiş bir bülteni, editörün posta kutusunda gördüğünde bunun gerçekten önemli ve okumaya değer bir haber olduğunu düşünmesinin mesleğimizi de çok yukarıya taşıyacağını düşünüyorum.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in 38. sayısında yayımlandı.