Bu sefer gözümüzü Batı’dan Doğu’ya çevirdik ve Hong Kong’da çalışan ve okuyan Türklerin buradaki deneyimlerini dinledik.
Hangi yarışma programıydı hatırlamıyorum, bir soru görmüştüm ekranda: “İçinde bulunduğumuz yıl, Çin Ay Takvimi’ne göre hangi hayvanın yılıdır?” diye. Nasıl da gülüp geçmiştim, böyle uyduruktan astroloji şeylerini yarışmalarda soruyorlar diye. Ne cahilmişim halbuki, dünyanın bir ucunda bir milyardan fazla insan üç gün üç gece kutluyormuş bu yeni yılı, tapınaklar dolup taşıyormuş, en büyük aile yemekleri yeniyormuş.
Erasmus için buraya geldiğimde fark ettim; Uzak Doğu, “yıl olmuş 2016” diye başlayan cümlelerden nasibini pek alabilmiş değil aslında, hala uzak, hala yabancı bize. Bildiğimizi sandığımız şeylerin çoğu da o kadar yanlış ki… Şimdi dünya ayaklarımızın altında, insan da sınırlarını zorlamaya bu kadar düşkünken aslında gözümüzü Batı’dan çok Doğu’ya çevirmenin zamanı biraz. Bu yüzden, Hong Kong’u akıllara düşürmek, kulaklara küpe etmek için bir röportaj yapmaya karar verdim. Hong Konglu olma yolundaki 3 genç insan, “Türkiye’den kalkıp Hong Kong’a neden gelinip neden gelinmeyeceğini” en içten şekilde anlattı.
Bu arada, içinde bulunduğumuz yıl, 2016 Maymun Yılı hepinize uğur getirsin!
Erman Tarım (29) Genel Müdür, Li&Fung
Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm. İTÜ’de Tekstil Mühendisliği okuduğum üçüncü senemde Hong Kong bazlı büyük bir firma olan Li&Fung, özel bir proje ile bizim bölümden öğrencilere İstanbul ofisinde part time iş imkanı sundu. Bu programa seçildim, mezun olduğumda ise benim teklifimi tam zamanlı işe çevirdiler.
Çalıştığım firma 2010 yılında yüksek lisanslı ve deneyimli çalışanlarına bir program sundu: Program for Management Development. Önce Hong Kong’da 1 ay eğitim alıyorsunuz, sonra deneyim kazanmak üzere 3’er ay rotasyon ile hem farklı ülkelere hem de firmanın farklı kollarına gönderiliyorsunuz. 1 yıl sonra tüm dünyadan açık pozisyonlara başvuru yapıyorsunuz. Benim şansıma Hong Kong çıktı, 2011’den beri de burada çalışıyorum. Burayı seviyorum, eşim de buralı, bir aksilik çıkmazsa gelecek planım da Hong Kong’da kalmak yönünde.
Ben, Hong Kong’a geldikten sonraki ilk 4-5 ayın eşik olduğunu düşünüyorum, geri dönenlerin çoğu o dönemde dönüyor. 12 saatlik uçuş bile uzak hissi veriyor psikolojik olarak, kaldı ki burası Avrupa veya Amerika gibi değil, ne tanıdık biri bulma ihtimaliniz var ne de tanıdık bir şeyler. Kaldığınız yer Türkiye’deki evinizin salonu kadarsa şanslısınız. Bir yandan da içinde olduğum program zorluyordu beni. Ben de o ilk aylar herkes gibi düşünmüştüm dönmeyi. Program ilerlerken rotasyon sonucu Malezya-Kuala Lumpur yakınında bir depoya gönderildim. Oradan geri dönünce Hong Kong’un taşı toprağı altınmış dedim 🙂
Şaka bir yana zaman içinde Türkiye’ye gidip geldiğimde de iyi ki buraya yerleşmişim diyorum. Doğru kelime midir bilmiyorum ama gerçekten Türkiye çok daha az medeni geliyor bana artık. Bir kere İstanbul’da evime ulaşmam hep iki saat sürerken buranın metro sistemi sayesinde yarım saatte evimin önündeyim, trafik derdi hiç yok. Öte yandan Asya’nın en güvenli yeri, insanları çok saygılı, suç oranı çok düşük. Böyle olmasına karşın inanılmaz hareketli bir şehir. Gecenin her saati bir sürü yer açık, hayat hiç durmuyor, eğlence hayatı inanılmaz güzel. Bu açıdan hem İstanbul’daki hareketliliği hem de Avrupa şehirlerindeki güveni ve rahatı bulabiliyorsunuz Hong Kong’da.
İş hayatı açısından, tekstil sektöründe çok yabancı çalışan olduğunu söyleyemeyeceğim ama Asya’nın finans merkezi olarak Hong Kong’da finans alanında genelde yabancılar çalışıyor. İş alanı olarak finans dışında, herhangi bir ticaret kolu seçilebilir diyebilirim. Benim burada tanıdığım Türkler arasında oyuncak, elektronik ticareti yapanlar, restoran açanlar var… Hong Kong hem Çin’e açılan bir kapı hem de Çin mallarının dünyaya dağıldığı liman. Kaldı ki Çin güvenilir bir hükümet olmadığı için Asya’da herkes parasını Hong Kong’da tutuyor, şirketler Hong Kong üzerinden yönetiliyor. Bu yüzden ticaretin her kolunda burada çalışabilir ve kendi işinizi kurabilirsiniz. Çin artık dünyanın fabrikası, sadece ucuz ürünler değil her kalitede ürün Çin’de üretiliyor. Örneğin Çin’in Silikon Vadisi diye anılan Shenzhen kenti Türkiye’de hiç bilinmiyor ancak aslında inanılmaz fırsatların olduğu bir şehir; Hong Kong’dan metroyla bile gidebiliyorsunuz. Kaldı ki Hong Kong’u da rekabete sokmak için yatırımcılar girişimlere inanılmaz para akıtıyor bu sıralar.
Ne gibi zorluklarla karşılaşmaya hazır olunmalı derseniz, bir kere dil sorunu yok diyemem. Burada Mandarin yerine Kantonca konuşuluyor, dünyanın “Çince” olarak gördüğü Mandarin’e bambaşka bir dil kadar uzak aslında, o yüzden Çince bilerek gelmek de bu sorunu tamamen çözmüyor. Bizim firmada işler İngilizce üzerinden yürüyor, çoğu firmada da böyle ancak insanlarla sosyalleşmek için onların dilini, kültürünü bilmek gerekiyor. Burada bizdeki gibi bir çay-kahve içelim kültürü yok, kaynaşmak istiyorsan bir tek öğle yemeği vaktin var. Kaldı ki gerçekten daha içine kapanık bir kültür. Benim yerel insanlarla yakınlaşmam 4-5 senemi aldı diyebilirim.
Burada yabancı olmanın büyük avantajı var. İnsanlar Türkleri batılı olarak görüyor, İngilizlerin bıraktığı iş kültürü çok disiplinli, sana daha farklı ve saygılı davranıyorlar. Örneğin ben bu program sayesinde genç yaşta yönetici oldum, Türkiye’de 25 yaşında müdüre kim itimat eder?
Hong Kong’da çok yabancı insanın yaşıyor oluşu ilk zamanlar buraya alışmamı kolaylaştırmıştı ama hemen hemen hiç Türk’le karşılaşmamıştım. Şimdi ise kalabalık WhatsApp grupları kurduk, yalnızlık çekilecek bir durum da yok artık 🙂
Hong Kong’da en sevdiğim… Kesinlikle Wine & Dine etkinlikleri. Hong Kong çok dinamik bir yer olduğu için her gün her tür dünya mutfağından yeni yerler açılıyor. Metroyla beş dakikada bir yerden diğerine geçebildiğiniz için spontane planlar yapıp arkadaşlarla buluşarak bir akşamda 3-4 mekan gezebiliyor, yeni şeyler deniyorsunuz.
Türkiye’de en çok özlediğim… Simit ve Boğaz manzarası, özlenmiyor değil.
Saba Arat (28) Multimedia Entertainment Technology Master Öğrencisi, The Hong Kong Polytechnic University (PolyU)
İzmit doğumluyum. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Psikoloji okudum. Bu alanda çalışmadım ancak hastaneler, kreşler ve emlak gibi çok değişik sektörlerde iş tecrübelerim oldu. Aynı zamanda müzisyenim, Türkiye’de uzun süre metal ve rock müzik yaptım.
Gezi Parkı Direnişi’nden sonra moralim çok bozuldu, Türkiye’den bir süre uzaklaşmak istedim. İspanya vardı aklımda ancak oranın buraya göre daha gevşek olduğunu bildiğim için daha profesyonel, okula daha çok odaklanabileceğim bir ortam istedim. Hong Kong’da okuduğum bu programın içinde psikoloji barındırması ilgimi çekti. Proje yönetimi gibi business odaklı ortak derslerimizin yanında oyun tarafıyla ilgilenenlerin oyun geliştirme; sosyal medyayla ilgilenenlerin sosyal robotlar, pazarlama; psikoloji ile ilgilenenlerin tasarım teknolojisi gibi dersler alabileceği çok disiplinli, esnek ve bir yıllık bir program.
Buraya geldiğim ilk günden beri beni en çok zorlayan şey iklimi diyebilirim, yaz ve bahar ayları çok nemli oluyor. Ama güzel yönleri de çok. Örneğin doğaya bu kadar yakın olması çok hoşuma gidiyor; şehir ve orman tam anlamıyla iç içe, şehrin bazı yerlerinde yalnızca iki dakika yürüyüp kendinizi ormanda bulabilirsiniz. Bir de bu kadar kalabalık olup bu kadar problemsiz, bu kadar güvenli bir yer olması gerçekten çok rahatlatıcı bir şey.
Buradaki aile bağlarıyla, gelenek görenek inancıyla, yerel kültür bağlamında aslında Batı’ya göre daha yakınız diyebilirim. Buradakiler de Türkiye’yi “Batı” olarak görüyor ancak kültürel olarak daha yakın olduğumuzu biliyorlar. Şöyle söyleyeyim, ben Türk olduğum için ilk kez bu kadar saygı gördüğüm bir yere geldim. Avrupa’da kriz, Amerika’da ırkçılık problemi varken Asya göç edilebilecek en güzel yer.
Burada herkesin çok çalışkan olduğunu söylemem gerek, aileler çocuklarından çok şey beklediği için belki, hemen her alanda rekabet var. Bundan dolayı da daha bürokratik bir eğitimleri var. Bu açıdan Avrupa ve Amerika’ya göre kendi eğitim sistemimize daha yakın buluyorum Hong Kong’u. Mesela bir ödev varsa, o ödevin formatı mutlaka söylenen şekilde olacak, bu konularda çok katılar.
Hocalarımızın çoğu yabancı veya yurtdışında eğitim almış olduğu için iletişim konusunda hiç sıkıntımız yok. PolyUinovatif bir kariyer düşünenler için de birebir. Mesela hiç alakanız olmasa bile 3DPrinting odasına girip orada çalışan adama “bana bunu öğret” diyebilirsiniz, bütün malzemeleri kullanabilirsiniz.
Öte yandan ileride girişimcilik düşünüyorsanız buradan yüksek lisans mezunu olup bir proje ile başvurarak iyi miktarda yatırım alabiliyorsunuz.Yatırım alan projeler de aslında basit fikirler, yani okul için önemli olan mezun olunca bile öğrencisini yaratıcılığa itmek. Business alanında çalışanlar da, eğer networking konusunda yetenekli olduklarını düşünüyorlarsa burada kesinlikle çok başarılı olurlar. İş dünyasının network üzerinden yürüdüğü ve çok fazla yatırımcının kendisi için çalışacak eleman, yatırım yapacak iş aradığı bir yer.
Bununla birlikte, maalesef ucuz değil, bunun da en büyük sebebi kira. Yurtlar pahalı, alanlar çok dar. Bu yüzden bazı yabancılar Hong Kong’u kariyerlerinde bir basamak, kısa vadeli planlar yapıp sonra terk edecekleri bir şehir olarak görüyor. Yemekler açısından, benim Çin mutfağıyla sorunum yok ama yine fiyatları pek harika değil. Et seviyorsanız yaşadınız ama burada yetişmeyen bazı sebze ürünleri çok pahalı, evde sebze pişirmek dışarıda yemekten daha pahalıya denk geliyor bazen.
Hong Kong’da en sevdiğim… Ocean Park isimli harika eğlence parkı. Hem çok eğlenceli hem de interaktif sistemlerle ilgilendiğim için sesleri incelemek bile bana keyifli geliyor.
Türkiye’de en çok özlediğim… Kadıköy, bir de oradaki mahalle ortamı. Sokakta her şeyin tanıdık olması hissini özlüyorum. Burası çok dinamik bir şehir, iki ay ayrılıp geri döndüğümde mahallemde kaç dükkan kapanmış ve açılmış diye hayret etmiştim.
Dilara Alp (26) Private Equity Stajyeri, ADM Capital & MBA Öğrencisi, Hong Kong University of Science and Technology (HKUST)
Ben Ankara’da doğdum. ODTÜ Siyaset Bilimi mezunuyum, 2011 senesinde mezun olduktan hemen sonra Deliotte’ta audit bölümünde işe başladım. 3,5 senelik iş tecrübemin ardından MBA için Hong Kong University of Science and Technology’ye geldim.
Audit alanında kalmak istemediğim için bir MBA ile farklı alanlara yönelmeyi düşündüm. MBA’de önemli olan yeni bir bakış açısı kazanmak, farklılık kovalamak aslında. Bu açıdan Hong Kong, özellikle de çok yüksek sıralamalı bir okul olarak HKUST bana cazip geldi.
Buraya gelmeden önce Hong Kong’da kalmak gibi bir fikrim yoktu, sadece farklılığın peşindeydim. Hong Kong’da maaşlar pek çok yerden yüksek, öte yandan yükselmek pek çok yere göre daha adil işliyor, yaptığınız işin gerçekten hakkını vererek takdir edildiğine şahit oluyorsunuz. Ben bunu Türkiye’de bulamadım, genç çalışanlarda da hakkıyla değil de biraz daha kayırma ile bir yerlere gelebilenleri görüyordum. Bu nedenle, beni daha tatmin eden bir iş ortamı olduğu için, stajım tam zamanlı işe dönüşürse Hong Kong’da kalmayı hedefliyorum.
Burası kelimenin tam anlamıyla her şeyin buluştuğu yer. Yapacak o kadar farklı aktivite ve dünyanın her yerinden tanışacak o kadar farklı insan var ki… Bu insanların niteliği de önemli, Hong Kong’a gelmek kolay bir karar değil, burada başarılı olmak da yetenek isteyen bir şey. O yüzden tanışacağınız insanların hemen hepsi çok kaliteli insanlar. Öte yandan şehir çok güvenli, hiçbir şey için endişe etmenize gerek yok, sokaklarda özgürsünüz. Kötü yönleri ise biraz bu güzel yönlerin dikeni gibi aslında. Örneğin Türkiye’den buraya gelince harcadığınız paraya göre hayat standartlarınızın düşük kalıyor. Bir de kalabalığa alışmak biraz zorlamıştı ilk başta; sokaklar, marketler, metro genelde kalabalık…
Buranın yerlileri konusunda da zamanla bir denge buluyorsunuz, Hong Kong’un rekabet ortamı kendi insanlarını etkilemiş biraz, sanki herkes bir koşuşturmaca içinde, biraz motamot yaşıyor gibiler. Bu yüzden yakın ilişkiler kurmaya ve sosyalleşmeye çok açık değiller. Bence bir yabancı için burada yaşamak aslında yerel kültüre girmek değil, kendine ait başka bir dünya kurmak gibi.
MBA yapmak veya çalışmak için Türkiye’den Hong Kong’a gelip burada uzun vadeli bir plan yapmayı düşünenler, ciddi bir sabır ve emek istediğini bilmeliler. Burada hiçbir şey bir websitesine başvurup beklemek ile yürümüyor, kendin tırmalıyorsun. Ben bölümümde ilk staj bulanlardan biriydim çünkü finans alanına ilgi duyduğumu yaptığım network sayesinde keşfetmiştim. Hong Kong bazlı, Türkiye’de de ofisi bulunan ADM Capital şirketine başvurdum ve muhtemelen Türk olup burada MBA yapan, private equity alanına ilgi duyan tek aday bendim. Bunun gibi, kendilerine ait bir farklılık sunabilecek alanlar bulurlarsa Hong Kong hem güzel bir meydan okuma, hem de fırsat olabilir.
Dil açısından, iş hayatında şirketler Kantonca veya Mandarin bilen kişileri tercih ediyor çünkü Çinliler için pazarlık ve karşılıklı iletişim her iş anlaşmasında çok önemli. Ama Çin gibi büyük bir ekonominin hukuk devleti olmamasından ötürü Çin ile iş yapan her firma, yani neredeyse dünyadaki bütün büyük firmalar operasyonlarını Hong Kong’da tutuyor. Bu da iş hayatında İngilizce’yi ön plana çıkarıyor, hatta yabancı şirketler genelde yabancı elemanları tercih edebiliyor. Ama elbette Mandarin bilmek her zaman avantaj.
Sosyal hayat açısındansa dil bilmemek daha dezavantajlı. Buradaki insanlar duygularını zaten çok açığa vuran insanlar değil, o yüzden onların dillerinden konuşmazsan sana kendilerini hiç açmıyorlar. Bu da yabancıları genelde yabancılarla arkadaş olmaya itiyor.
Hong Kong’da en sevdiğim… Sosyal hayatın renkliliği ve hayatın hızlı akışı.
Türkiye’de en çok özlediğim… Buraya göre gerçekten lükse kaçan Türkiye’deki geniş odam ve evim 🙂
Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Nisan 2016 sayısında yayınlandı.