Avrupa’nın en güzel halklarından birine sahip olan Valencia’ya gitmeden önce bu şehir hakkında tüm merak ettiklerinizi Can Elmas’ın yazısında bulabilirsiniz.

Can Elmas (22)

Öğrenci

 

 

Eğer Ay Carmela’yi izlemişseniz Valencia’ya gitmek istemenin ne kadar tehlikeli olduğunu bilirsiniz. Valencia’ya giderken yolda Franco’nun askerlerine yakalanırsanız idam dahi edilebilirsiniz. Çünkü cumhuriyetçilerin kalesi Franco’nun baş belası şehri burası. Artık ne Franco ne de iç savaş var. Ama o günlerden Valencia’da kalan bazı şeyler de yok değil. Mesela tüm şehir hala tüm benliğiyle Franco’dan nefret ediyor. Çünkü Franco döneminde çok fazla Valencialı öldürülmüş ya da sürgün edilmiş. Eğer bu tatlı insanların öfkelenebildiğini görmek istiyorsanız Franco’dan bahsedin. Nefretle size saatlerce hikayeler anlatabilirler. Tabii Valencia’nın zenginlerine bu konuyu açtığınızda o nefret yerini bir anlayışa bırakıyor. Franco kötü ama iyi yanları da vardı gibi cümleler duymanız çok olası. Franco döneminde herkesin işi vardı sokaklar daha güvenliydi gibi sözler sizi şoka uğratabilir. Zenginlerin bu tutumunun nedeni anlamak çok zor değil. Zenginlerin çoğunun o dönemde zengin olmuş ailelere mensup olduğunu söyleyebiliriz… Ama bu küçük elit grup tüm Valencia’yı temsil etmekten çok uzak. Dedim ya burası hala cumhuriyetçilerin kalesi. Neredeyse her şey o günlerle aynı.

Mekanlardan bahsetmiyorum ama kafa yapısı ve Valencia’nın cumhuriyet için savaşan ruhu sanki o günlerden bu yana hiç değişmemiş. İspanya’nın yabancılara ve farklılıklara en saygı gösteren yeri burası. Yabancı olduğunuzu anladıklarında size öfkeyle bakan gözlerle karşılaşmıyorsunuz ya da sizi yürüyen Euro olarak görmüyorlar. Sizden 3-5 Euro daha fazla kazanmak için türlü oyunlar çeviren taksiciler esnaflar buralara çok uzak.

Yabancı olduğunuzu anladıklarında sizinle daha fazla ilgileniyorlar. Hele bir de İspanyolca konuşmaya çalışıyorsanız genci yaşlısı herkes sanki 40 yıllık arkadaşınızmış gibi daha da sıcak davranmaya başlıyor. İngilizce konuştuğunuzda çoğunluk Türkiye’deki gibi utanıyor, “Kusura bakma İngilizcem pek iyi değil” diye söze başlıyor. Biraz da olsa İspanyolca bilmenin burada önemi çok büyük çünkü halk, özellikle orta yaşlılar İngilizce dediklerinizi anlasalar bile size akıcı bir cevap veremiyorlar.

Ancak hiç İspanyolca bilmeseniz bile pek çok arkadaş edinebilirsiniz çünkü on binlerce yabancı öğrenci var burada. Özellikle adım başı Fransızlarla karşılaşıyorsunuz. Eğer Fransızcanızı geliştirmek istiyorsanız İspanya’nın göbeğinde bunu yapabilirsiniz.

Dil konusu benim çabaladığım, önem verdiğim konulardan biri olmakla beraber aslında İspanya’da eğitim almayacaksanız sadece amacınız turistikse dünyanın sonu değil. Valencianolar (Valencialılar) çok yardımsever. Bir yer sorduğunuzda orası yakınsa sizi kendileri bile götürebilirler. Sadece yerin ismini doğru söylemeniz yeterli.

İşte ben de o ismini söylemeniz gereken yerleri size anlatmaya çalışacağım. Ama yerlerden mekanlardan daha da önemlisi Valencia’nın özelinde bu ülkenin gündemini en çok merak ettiklerimizi ve bu şehrin insanlarının davranış biçimlerine değineceğim. Zaten mekan dediğiniz nedir ki? Her şehrin güzel yerleri var. Valencia’da da epey güzel yer var ama bence Avrupa’nın en güzel halklarından birine sahip olması bakımından bile ziyarete değer bir yer.

Valencia çok büyük bir şehir değil özellikle eski Valencia olarak adlandırılan Xativa – Carmen semtlerini yürüyerek bir gün içinde rahatlıkla gezebilirsiniz. Ancak adım başı o kadar çok müzeyle karşılaşacaksınız ki her birine girmek isteyeceksiniz ve bu yüzden seyahat programınız epey bir şaşacak.  Valencia’nın bu bölgesine en az bir buçuk gün ayırmak en iyisi. Hele bir de Avrupa’nın en gözde sahil kentlerinden birinde olduğunuzu düşünürseniz denize girmeden buradan dönmek olmaz. O yüzden baştan söyleyeyim: Barcelona’ya kadar gelmişken bir gün de Valencia’da kalalım derseniz Valencia’nin güzelliklerini keşfedemeden döneceksiniz.

Valencia vakit geçirdikçe güzelleşen bir şehir. Bahsettim ya Valencia sadece yapılarıyla, sahilleriyle değil insanlarıyla güzel. Eğer o insanlarla biraz da olsa vakit geçirebilirseniz Avrupa’nın pek çok şehrinde hissedemeyeceğiniz kadar huzurlu hissedeceksiniz. Yabancı olduğunuzu anlayan herkes size yepyeni bir şey öğretmeye çalışacak. O yüzden gezinizi bir günle sınırlamayın. Bu şehre hak ettiği zamanı verin.

Dios Mío

İspanya bir dönem Katoliklerin lokomotifiydi. Tüm dünyayı tanrıyla tanıştırmak adına deniz seferleri düzenler, dönüşte de tanrıyla tanıştırdığı insanların neyi var neyi yoksa alıp gelirdi. İşte dini motivasyonun çok yüksek olduğu bir zamanların aşırı zengin ülkesinde o zamanlardan kalan gotik eserlerin fazlasıyla olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Valencia’da barok eserlerle çok karşılaşamıyorsunuz. Ortaçağ’ın tüm yorgunluğunu kasvetini gözler önüne seren katedraller, kaleler eski Valencia’nın en önemli süsleri (Bu eserler o kadar iyi korunuyor ve çevre düzenine o kadar dikkat ediliyor ki insanın İstanbul’a sarılıp ağlayası geliyor). Bu mekanların çoğuna giriş ücretsiz ya da 2-3 euro sembolik ücretler alınıyor.

Ancak Valencia’ya gelenler daha çok bu eserler için değil tatil ve gece hayatındaki alternatifleri için geliyorlar. Gece hayatı İspanya’nın büyük şehirlerine göre çok ucuz ve çoğu şehrinden daha hareketli. Avrupa’nın en çok öğrenci bulunan şehirlerinde biri burası. Her şey gençlerin bütçesine göre ayarlanmış. Pahalı yerler yok değil ama genel itibarıyla bütçenizi sarsmayacak fiyatlarla güzel vakit geçirebiliyorsunuz. İspanya’nın en önemli tatil merkezlerinden biri. Madrid ve Barcelona’dan sonra en popüler şehir olması bakımından bize İzmir’i hatırlatıyor. Bütün İspanya yaz aylarında buraya akıyor. Onların haricinde milyonlarca turist tatillerini bu şehirde geçiriyor. On binlerce İngiliz emekli de her şeyi bırakıp buraya yerleşmiş durumda. Anlayacağınız İzmir, Antalya ve Eskişehir’in güzel bir karışımı gibi burası.

Ama bir şehri şehir yapan sadece plajları, müzeleri ve tarihi yerleri olamaz. Aslında bir şehri şehir yapan burada yaşayan insanların yerlilerin dünyaya bakış açısı, alışkanlıkları ve karakterleri. Valencianolarla konuştuğunuzda bu şehrin yerlisi olmaktan inanılmaz gurur duyduklarını hissediyorsunuz. İspanya’nın diğer şehirlerinden kendilerini farklı görüyorlar. Biz İspanyol değiliz demiyorlar ama önce Valenciano’yuz diyorlar. Ayrı bir dilleri var. İspanyolca bilseniz bile anlamanız çok güç. Bir lehçenin şivenin ötesinde yüzlerce farklı kelimeye sahip. Valenciano’yu pek fazla genç bilmiyor çünkü Franco döneminde bu dilin yaşam alanları kısıtlanmış. 30 yaşın altında biri bu dili biliyorsa mutlaka özel çaba göstermiştir. Çünkü artık sadece yaşlılar konuşuyor bu dili. Ancak arkadaşlarımın anne babaları veya dedelerinin evlerinde Valenciano’nun konuşulduğuna şahit oldum. Tabii herkes İspanyolca biliyor. Valenciano’yu sadece öze sahip çıkmak olarak görüyorlar.

Katalanlara laf anlatmaya çalışıyorlar…

Valencianolar kendileri ile ne kadar gurur duysa da bu gurur Katalanlar gibi bir milliyetçilik yaratmamış. Castellanolar yani Madrid ve çevresinde yaşayanlarla araları gayet iyi. Kendilerini onlara yakın hissediyorlar. Katalonya’ya bakış açıları ise çelişkilerle dolu. Öncelikle bu garip ilişkiyi anlatmaya şöyle başlayayım. Valencianolar, Katalanlara göre Katalanlar. Katalan milliyetçileri Valencia’yı da kendi parçaları olarak görüyorlar. İspanya’nın yapay sınırları yüzünden ayrı kaldıklarını söylüyorlar.

Valencianolar kendilerini Katalan olarak görmüyorlar ve Katalanların milliyetçiliğinden sıkılmış durumdalar. Bizim kendi dilimiz var, Katalanlara benzemiyoruz diyorlar. Ancak işin ilginci Katalan milliyetçiliğinin hali hazırdaki en önemli destekçisi de Valencia Belediyesi… İşte burada işler ilginçleşiyor. Halk Katalanları desteklemezken (hatta onlara gıcık olurken) belediye inanılmaz bir destekle Katalan değerlerini yüceltmeye çalışıyor. Bunun sebebini araştırdığımızda belediye başkanının Katalan olmasıyla karşılaşıyoruz. Yani bir adam tamamıyla Valencia’nın siyasetini halkın tam zıttına doğru götürmüş durumda. Mesela bu bölgede gerek olmamasına rağmen Katalanca için özel televizyonlar açıyor. Halk bu duruma gerçekten içerlenmiş durumda. Katalanca yayın yapan kanal için “tek bir kişi için açılan televizyon” diyorlar. Halkın büyük bir kısmı belediye başkanlarına karşı öyle öfkeli ki; insan “Niye seçtiniz o zaman?” demekten kendini alamıyor. Diğer partilerden çok sıkıldık, değişim istedik diyorlar ama görünen o ki çok pişmanlar.

İşte bu çelişkili ilişkiler yumağında Valencianolar kendilerini İspanya’nın özel bir parçası olarak görüyor; hem ayrılığa hem de her türlü faşizme karşı duruyorlar. Ne Katalan değerleri altında yaşamak istiyorlar ne de İspanya’nın yükselen sağ partilerinin altında. Valencianolar mevcut durumun korunmasından yanalar. Dedim ya Cumhuriyet’in kalesi…

Valencianolar hayatı seviyorlar… Bir de işsizlik olmasa

Valencianolarla siyaset konuşmayı bırakıp onları gözlemlediğinizde ise gözünüze çarpan en önemli özellikleri kuzeylilere göre çok sıcakkanlı olmaları oluyor. Çok sosyaller ve asla evde oturmak istemiyorlar. Bu yüzden neredeyse her apartmanın önünde bir kafe oluyor. 1’e 2’ye kadar kadar insanlar buralarda vakit geçiriyor. Özellikle yaşlıların çok fazla gezdiğini görüyorsunuz. Türkiye’de hayattan emeklilikle birlikte kopmaya başlayan yaşlılar burada fiziksel durumlarının müsaade ettiği ölçüde her türlü sosyal faaliyetin içindeler. Bu yüzden de çok mutlu olduklarını gözlemleyebiliyorsunuz. Neredeyse her yaşlının bir köpeği oluyor. Akşamları köpekleriyle birlikte vakit geçiriyorlar. Köpek gezdirme işi buralarda pek popüler değil anlayacağınız. Çünkü bütün köpekler sahipleri tarafından gezdiriliyor.

Kafelerin olmadığı şehrin biraz daha uzak yerlerinde ise kafe görevini her evde bulunan teraslar ve balkonlar görüyor. Bunları gördüğünüzde Türkiye’deki balkon kültürü gözünüzde canlanıyor. Türklere benzer yanları çok fazla. Muhabbet etmek hayatlarının en önemli noktası. İşlerini bırakıp sizinle saatlerce muhabbet edebilirler. Bizim kadar sinirli olmasalar da onların da kafaya taktıkları şeyler yok değil. İşsizlikten endişe duyuyorlar. Özellikle genç işsizliği çocuk sahibi olanların en büyük sorunu. Ama işin ilginci çok işlek bir kafede bile en fazla 2-3 kişi çalışıyor. Türkiye’de en az 10 kişinin çalışacağı bir kafede 2-3 kişinin çalıştığını görünce garipsiyorsunuz. Sürekli başka bir isteğiniz var mı diyen garsonların olmaması güzel ama gerçekten sipariş vermek istediğinizde garsonu bulabilmek imkansız gibi bir şey. Daha çok para kazanmaktan çok masrafları az tutmak ve belli bir rahat ortam yaratabilmek gibi bir amaçları var. Bu da belki işsizliği artırıyor ve ticareti yavaşlatıyor. O kadar çok tatil ve siestaları var ki Türkiye’de patronlar rüyalarında bunu görseler ter içerisinde uyanırlar; bütün gece gözlerini bile kırpamazlardı. Ama her şeye rağmen çalışan kesimin yaşam seviyesi ve hayattan aldığı haz kuşkusuz Türkiye’den çok daha iyi durumda. Bizim gibi çalışma kültürünün çok daha farklı olduğu ülkelerden gelenler Pazar günleri kapalı olan süpermarketleri gördükçe söylenmeden edemiyorlar. Almanlar bürokrasinin berbatlığından, Çinliler çalışma ortamının gevşekliğinden yakınıyorlar. Herkesin İspanya’yı daha iyi yapmak için fikirleri var. Ama İspanyollar özellikle Valencianolar bunları zerre kadar umursamıyor…

Arenalar, boğalar, çelişkiler

Valencia’dan bu kadar bahsetmişken ünlü meydanı Plaça de Bous’dan bahsetmezsek olmaz. Burası şehrin kalbi olmakla birlikte yabancılar için en tartışılan noktası. Boğa güreşi neredeyse tüm yabancı öğrenciler için vahşet olarak görülüyor, bu mekanın içine girmek boğaları öldürenlere para kazandırmak ayıp karşılanıyor. Bunu Valencianolarla konuşmadan edemezdim. Yaşlılar bizim kültürümüz diyerek olayı tam olarak desteklerken gençler bizim gibi genelde bu işe karşılar. Ama buradaki en önemli nokta karşı olmakla birlikte “Eğer boğa güreşi yasaklanırsa binlerce kişi işsiz kalır, İspanya buna hazır değil” diyorlar. Çünkü pek çok köyde boğa yetiştiriciliğinden binlerce kişiye iş olanağı sağlanıyor. Eğer bu yasaklanırsa köylülerin hayatının daha zorlaşacağı konusunda hemfikirler. Onların önerisi ise şu: Boğa güreşi yasaklansın ama boğa maratonları artırılsın. Boğalarla caddelerde koşulsun. Hem bu kültürel değer korunmuş olsun hem de boğalar ölmesin. Kulağa mantıklı geliyor sanki…

İlginç bir şey daha

15 Temmuz, İspanyolları şaşırtıcı bir şekilde çok etkilemiş. Şaşırtıcı diyorum çünkü Avrupalıların bizimle ilgili bir olaya bu kadar duygusal yaklaştıklarına pek rastlamamıştım. Caddelerdeki tank görüntüleri, sivil vatandaşların üzerine açılan ateşler ve başarısız bir darbe girişimi onlara her şeyiyle kendi iç savaşlarını hatırlatmış. Bu yüzden Türkiye’nin yaşadığı bu kötü hadiseyi büyük bir endişeyle öğrenmeye çalışıyorlar. Cumhuriyetin yerini almaya çalışacak bir darbeci hükümetin başımıza gelmediğinden memnunlar. Ama yine de Türkiye’deki duruma güvenemiyorlar, hala güvenlik sorunlarımızın olduğunu düşünüyorlar. Bu noktada kamu diplomasinde daha etkili işler yapmamız gerektiğini de söylemeden geçemeyeceğim.

Güzel bir şey

Valencianolar basketbola karşı çok ilgililer. Bu yüzden Türkiye deyince hemen dikkat kesiliyorlar. Akıllarına Fenerbahçe geliyor. Fenerbahçe’nin Avrupa’daki başarısına çok imreniyorlar. Gelecek Ocak ayında Fenerbahçe’nin Valencia’ya gelecek olmasından dolayı da çok heyecanlılar. Avrupa şampiyonunu yenip tarih yazacaklarından bahsediyorlar. Umarım yazamazlar.

Muchas gracias Nuria Grau! Serás una periodista muy importante. Lo sé. (Çok teşekkürler Nuria Grau. İleride çok büyük bir gazeteci olacaksın, bunu biliyorum.)

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Ekim 2017 sayısında yayımlanmıştır.