When reggae hits you feel no pain

Reggae müziğin efsane ismi Bob Marley’in “Trenchtown Rock” şarkısında dediği gibi; “One good thing about music, when it hits you feel no pain.” O halde bırakalım bize sadece müzik vursun.

Son yıllarda Türkiye’nin farklı mekanlarında gittikçe daha fazla reggae etkinlikleri düzenlenmeye başlandı. Reggae festivallerinin, reggae gecelerinin ve konserlerinin sayıları gün geçtikçe artıyor. Böyle olunca, Türkiye’deki reggae müziğin genç temsilcileri ile bir araya gelelim ve reggae konuşalım dedik. Reggae ülkemizde ne durumda, kimler bu müziği yapıyor öğrenelim. Bosphoroots’tan Koray Sürücü (28), Koala Reggae Band’den Jan Artür Üzümyemezoğlu (21) ve Zeytin’den Melissa Lara Clissold (29) ile buluştuk ve reggae üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Müzisyenler hem kendi reggae deneyimlerini paylaştılar hem de Türkiye’deki reggae sahnesi hakkında bizi bilgilendirdiler.

İlk önce sizleri tanıyalım. Reggae hayatınıza nasıl girdi?

Melissa: Babam İngiliz-İrlandalı, annem Türk; o yüzden öyle bir ismim var. Hayatımın çoğunu Türkiye’de geçirdim ama babamın işinden dolayı farklı yerlerde yaşadım. Hatta hayatımın ilk üç senesi Nijerya’da geçti, bunu da paylaşmayı çok seviyorum. Bence bunun büyük bir katkısı var hayatımda, ritim duygusu çok küçük yaşta geldi bu sayede. 18 yaşına kadar Ankara’daydım ve sonra İngiltere’ye gittim üniversite okumak için. Oradayken Kızıl Haç’ta çalışıyordum mültecilerle beraber; sivil toplum kuruluşlarında çalışmak istedim hep. Ama bir yandan da şehir hayatı, ne yapıyorum hayatımla diye düşünürken İspanya’ya gitmeye karar verdim. Orada küçük bir deniz kenarı kasabasındaki bir ilkokulda bir buçuk-iki sene İngilizce öğretmeni asistanı olarak çalıştım. Oradayken birkaç müzisyenle tanıştım: “Bizim bir stüdyomuz var ormanın ortasında, gelmek ister misin?” Bilmiyorum, tanımıyorum bu insanları; ormanın ortasındaki stüdyoya gidip ne yapayım ben derken gittik. Üç kişiydik; davulcu, ben ve basçı. Çalışıyorduk, neler yapsak, neler yapmasak diye. Onlar da sordular “Reggae seviyor musun?” Seviyorum ama daha önce pek çalmadım. Gitarist geldi, klavyeci geldi ve biz bir senede sekiz kişilik bir reggae grubu olduk. Soul Dimension ismi. Reggae’ye aşık oldum, tamamen kanıma girdi ve hakikaten reggae virüsünü kaptım. Orada iki sene kaldıktan sonra işsizlik ve başka birtakım nedenlerden dolayı Türkiye’ye geri göndüm. Ankara’da bir sivil toplum kuruluşunda çalışmaya başladım ve bir sene sonra İstanbul’a taşındım. Burada da 13 yaşımdan beri tanıdığım bir arkadaşım vardı, Yunus Kart. Onunla hep müzik yapmak istiyorduk, bir grup kurmak istiyorduk. O, bir jam session’da Erhan’la tanışmış; klarnet, flüt, saksafon çalan bir arkadaşımız. Üçümüz bir araya geldik ve müzik yapmaya başladık. Hepsi reggae değildi; zaten tam reggae olarak adlandırmıyoruz kendimizi; “reggae rock with an oriental twist” dedik ama başka bir yerde progresif reggae olabilirsiniz siz dediler çünkü deneysel şeyler de yapıyoruz. Caz çalmayı sevenler var, Alper’in metal grubu var, hepimizin metal geçmişi var. Tanımlandırmak zor ama temelinde üçüncü beat’le gelen bir reggae vibe’ı var. O yüzden evet, reggae grubuyuz aslında.

Koray: Ben reggae ile ilk 2005 yılında Almanya’dan bir arkadaşımın vesilesiyle tanıştım. Damian Marley’in “Welcome To Jamrock” albümü çıkmıştı o sene. Ama reggae bilinci yoktu daha. Sonra reggae ile asıl tanışmam 2009’da oldu. Viyana’ya gitmiştim; orada Münih’ten bir arkadaşım bana roots enjeksiyonu yaptı, ben de virüsü kaptım. O zamandan beri de böyle. Sonra İstanbul’a geldim 2010’da, üniversiteye girdim. Bir yandan da müzikle haşır neşir olmayı hedefliyordum. Üniversitede gitaristimiz Utkan ve basçımız Fırat’la böyle bir şey yapalım mı dedik. Onlara enjeksiyon yaptım. Ondan sonra Utkan’ın arkadaşı Yağız davula geldi, Murat abi de perküsyona. Sonra klavyecimiz Yüce katıldı. İlk sahneye Ocak 2015’te çıktık.


Bosphoroots

Müziğe ilk reggae ile mi başladınız?

Koray: Evet, müzik icra etmeye ilk reggae ile başladım. İlk gitarı elime aldığımda Redemption Song çalmayı denedim. Biz de roots reggae yapmaya yeltenen bir grubuz. Çünkü herkes bir şey katıyor ve ister istemez roots reggae’den çıkıyorsunuz ama en azından bu janrda müzik yapmaya çalışıyoruz. Biz Bosphoroots olarak böyleyiz.

Melissa: Ben de bir şey ekleyeyim. Ben müziğe ilk 9-10 yaşında piyano ile başladım; sonra 16 yaşında gitara başladım. Reggae ile başlamadım ilk önce, hatta ilk elektrogitar almıştım.

Jan: Küçükken akordeona başladım, değişik bir enstrüman olsun istiyordum. Sekiz yaşından on iki yaşına kadar çaldım. Hoca ile bir anlaşmazlığımız olunca bıraktım. Sonra sınavlar, liseye giriş, lise hazırlığı derken lise ikide çok boşlukta hissettim. Annem de tutturdu, bir enstrümana başlayacaksın diye. Tamam dedim, caz çalayım o zaman. Ya saksafon çalacağım dedim ya da kontrbas. Ertesi gün kontrbas taşıyan bir insan gördüm. Kapıdan geçmeye çalışırken tavana çarpıyordu ve dedim kontrbas çalmıyorum, uğraşamam bununla. Gittik saksafon aldık ve kendi kendime başladım çalmaya, sonra ders aldım. Kendi çapımda takılıyordum, sonra okulun caz orkestrasına girdim. Anaokulu arkadaşım Barış – bizim grubun vokali – bana telefon etti, “Jan, bir grup kuracağız, bize saksafoncu lazım.” İyi dedim, tamam. “Emre diye de bir arkadaşım var, gitarist. Üçümüz grup kuruyoruz” dedi. Böyle, halı sahaya gidiyormuşuz gibi grup kurduk. Emre’nin evinde prova almaya gittik. Barış, “Biz bir tane beste yaptık, bak bakalım çalacak mısın?” dedi. Çaldık ve kaydettik. İlk yayınladığımız şarkı bu oldu, “Gitar hırsızları”. Sattas’tan Orçun’a yolladık şarkıyı. Biz 2015’in Mart ayında kurulduk. Tanımıyorduk Bosphoroots ve Zeytin’i. Bizim için Türkiye’de Ras Memo ve Sattas vardı. Orçun dedi ki şarkınız çok güzel, mutlaka devam edin, kayıt yapın, beste yapın, albüm çıkarın. Biz gaza geldik. Mart’tan Haziran’a kadar 8 şarkı besteleyip, Haziran’ın sonunda albüm yayınladık. İlk sahnemizi Nisan’da aldık. Yazın biraz durağan geçti. Ondan sonra Nayah konserleri oldu, bir iki tane. Dorock’ta bir festival vardı Reggae Weekend, Anna RF’in olduğu. Sattas’ın önünde çaldık, ilk grup bizdik. 700 kadar kişi vardı içerde, biz de çok gaza geldik. Oha, dedik, oluyor bu iş. Yeni beste çalışmalarına başladık. Ama bizim şöyle bir sıkıntımız var, en büyük sıkıntımız; vokalimiz Almanya’da okuyor, gitaristimiz Hollanda’da okuyor, ben de Türkiye’deyim. Grubu üçümüz kurduk ama katiyen bir araya gelemiyoruz. Sırf sosyal medya üzerinden veya telefonlaşarak olmuyormuş bu iş, onu anladık. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz hala. Sahneye çıkacağım zaman kaşe talep ediyoruz ve kaşeye sadece uçak biletinin fiyatını yazıyoruz. Onun dışında ortak tatilleri oluyor, o zaman geliyorlar. Yazın festival olursa ve sınavlarına denk gelmezse sahneye çıkabiliyoruz.


Koala

Reggae sahnesi Türkiye’de ne durumda? Reggae’ye karşı ilgi artıyor mu? Gittikçe daha popüler oluyor sanki?

Koray: Ben hep artıyor diyorum. Ama bu benim subjektif görüşüm de olabilir, içindeyim çünkü. Bir ara Sattas’ı herkes biliyor sanıyordum, öyle bir şey yokmuş meğerse. Ama kesin olan bir şey var; artıyor ve bu da görünüyor. Gezi döneminde çöküş oldu genel olarak, her yerde olduğu gibi. Ama son iki senede kaç tane grup çıktı birden bire. Hepsi de üreten gruplar, o üretim de illa bir yere ulaşacaktır. Burada söylemek gerekiyor ki Sattas’ın fırlamasının büyük etkisi var.

Melissa: Ben Türkiye’ye döndüğüm zaman reggae barı veya Türkiye’de reggae var mı diye internette araştırdığımda karşıma ilk Sattas çıktı.

Bir de her yerde Nayah yazıyordu. O çok önemli; Nayah’nın Türkiye’deki reggae’ye aşırı büyük katkısı var. Kurucularından Özlem’in de aynı şekilde.

Koray: Şundan da bahsetmek lazım; Reggae, 1982 yılında Egemen Bostancı’nın kurduğu Şan Tiyatrosu’nda Chalice konseriyle ilk kez Türkiye’ye geliyor. Ama altın çağını Mehmet ve Ahmet Uluğ kardeşlerin 1989 yılında kurduğu Pozitif Live’in İngiliz Konsolosluğu iş birliğiyle 90’larda dünya çapında reggae’cileri Türkiye’ye konser vermeye getirmesiyle yaşıyor. O dönem Ras Memo* ve Osman Osman gibi isimler ortaya çıkıyor. Bunun yanında Osman Osman’ın Arnavutköy’de kurduğu Pupa barı var. Ardından Taksim’de 90’ların sonunda Riddim diye bir yer açıyor, 2004 yılında Nayah’a dönüştürüyor orayı, sonra devrediyor. Aslında çok önemli figür isimler var. Onları kesinlikle anmamız gerekiyor. Osman Osman, Ras Memo ve onların döneminden Mahi var; onlardan sonra Da Frogg-Eyez var. Da Frogg, çok önemli bir isim; Beton Orman dediğimiz çatıyı kuran kişi. King Seroman, Selekta Firuzaga önemli isimler.

Kronolojik olarak baktığımız zaman, 90’larda Türkiye’de parlayan reggae, 2000’lerde canlı grupların kurulmasıyla atağa geçiyor. Sattas, Neşeli Milis ve Come Again çok önemli yine; Komik Günler, yine aynı dönemde çıktı. 2010’lardan sonra daha da arttı ve bizim jenerasyonla tekrar bir yükseliş oldu.

Reggae’ye ilgi duyanlar nerede bir araya geliyor? Merak edenler sizi nerede bulabilir?

Melissa: Yine Nayah derim ben aslında da Nayah, Taksim’de kapandı ve Kadıköy’e geçti. Tabii biraz değişti orası.

Jan: Ama orada da bulabilirler bizi. Ben gidiyorum oraya.

Koray: Türkiye’deki reggae’nin mabedi orası. Nayah dışında tamamen reggae diyebileceğimiz başka mekanlar yok. Ama onun dışında çok fazla yerde etkinlik yapılıyor artık. Hatta rutin etkinlikler yapılmaya başlandı.

Melissa: Mesela Woodstock, arkaoda, Kadıköy Sahne, Mitanni, COOP, Dorock XL’da reggae geceleri yapıldı, IF’te ilk defa geçenlerde bir reggae gecesi düzenlendi; Karga’da reggae weekend’ler arttı. İlgi var çünkü hakikaten. Geçen sene reggae festivali yapıldı Çeşme’de. Hepimiz oradaydık.


Zeytin

İstanbul dışında reggae grupları ve mekanları var mı?

Koray: Ankara’da benim bildiğim Dasti ve Kökler Filizleniyor diye gruplar var. İzmir’de Cosy diye bir grup var. Onun dışında bilmiyorum. Ama Nayah dışında başka bir reggae barı yok.

Melissa: Güya, Zeytin diye bir reggae rock barı varmış Balıkesir’de. Çok güldük. Ayrıca, Kıbrıs’ta çok seviyorlar reggae’yi. Supernova Reggaeband var orada, onların da albümü çıkmak üzere.

Beton Orman nedir? Biraz anlatabilir misiniz? Nasıl bir oluşum?

Koray: Beton Orman, hiyerarşinin olmadığı bir topluluk, bir çatı. Böyle tanımlayabiliriz onu.

Melissa: Bilgi paylaşımının olduğu bir ağ. Hem grup paylaşıyorlar hem konser paylaşıyorlar. Özellikle son senelerde daha aktif olmaya başladılar.

Koray: Aslında label olma hedefleri var. Reggae’nin dallarında olan janrları topyekun kucaklayan bir yuva olmak istiyorlar.

Melissa: Başlangıcı da şöyle; Da Frogg, Açık Radyo’da bir program başlatmış seneler önce Beton Orman adı altında. Sonra yurt dışına taşınıyor, o zaman da King Seroman ve Selekta Genjah devralıyorlar ve devam ettiriyorlar programı. Ardından da diyorlar haydi gelin bu ismi kullanarak Türkiye’deki alternatif müziklerin paylaşılabileceği bir çatı kuralım.

Koray: İsmi de güzel. Bob Marley’in şarkısından geliyor; “Concrete Jungle”.

Türkiye’de hangi müzisyenleri takip ediyorsunuz? İlham aldığınız ve sizi besleyen müzisyenler kimler?

Jan: Kişisel olarak baktığımda daha çok alternatif grupları takip etmeye çalışıyorum. Lisedeyken her liseli gibi biz de Duman konserlerine gidiyorduk. Sattas’ı lisedeyken tanımıştım, Adamlar’ı da aynı şekilde o zaman tanıdım. Bunun dışında, Imer Demirer’in ve Engin Recepoğulları’nın programlarına özellikle gitmeye çalışıyordum. İçinde brass dediğimiz enstrüman barındıran programların çoğuna genelde gitmeye çalışıyordum, kulağım dolsun diye.

Melissa: Ben lisedeyken bir takım gruplar vardı; Şebnem Ferah, Mor ve Ötesi, Demir Demirkan, Pentagram, Duman vs.; CD’leri aldığımda rock ve alternatif müziklere hakim hissediyordum kendimi. YouTube yoktu biz lisedeyken. Hem yurt dışındaki hem buradaki müzikleri CD ve MP3 sayesinde alıyorduk. Yurt dışına gittikten sonra Türkiye’deki müziğe olan hakimiyetim azaldı. 18 yaşında gittim ve yedi yıl sonra dönünce baktım ki inanılmaz yeni gruplar ve müzisyenler var. Hiçbirine hakim değilim, her şey değişmiş. Athena bu arada hayatımdaki en önemli gruplardan bir tanesi. Onlar ska müzik türünü getirdi Türkiye’ye. Baba Zula mesela aşırı önemli. Şu anda keşif anlamında çok açık bir dönemdeyiz. Ben bir janrı değil bütün janrları dinliyorum. Her bir müzik türünün farklı bir şey katabileceğini düşünüyorum. Spesifik olarak bir isim vermesem de Groovypedia gibi platformlar ve radyo Zeplin’in BİP programı var. Bize her hafta yeni bir müzisyen tanıtıyorlar. Türkiye’nin dört bir yanında ne kadar farklı müzisyenlerin olduğunu, ne kadar alternatif şeylerin çıktığını görüyoruz. O yüzden spesifik bir grup vermek yerine böyle bir cevap vermeyi tercih ediyorum.

Koray: Melissa’ya katılıyorum. O kadar çok ki spesifik bir isim vermek zorlaşıyor. Eskilerden şüphesiz babalar tabii. Yeni olarak da artık birçok platformdan birçok müzisyen ve yeni müziklerle haşir neşir oluyoruz. Janr ayırt etmeksizin dinlediğimiz ve dinlerken etkilendiğimiz her şey içimize, bilinçaltımıza işliyor illa ki. Ama spesifik olarak isim vermek gerekirse son zamanlarda Can Güngör ve No Land’i çok beğeniyorum.

*Ras Memo'nun 1996'dan beri Açık Radyo’da sunduğu High Times, dünyada en uzun soluklu reggae radyo programlarından biri.

Türkiye’de reggae:

90’larda Türkiye’deki reggae öncüleri:
Osman Osman, Ras Memo, Mahi, Mutlu Koru, Mehmet Yüzbaşıoglu
Beton Orman’ı kuranlar ve 2000’lerdeki selektalar:
Da Frogg, Seroman, Selekta Firuzaga, Selekta Genjah, Jojo Banton, Lady Kadijah, J-Bro
2000’lerde kurulan canlı gruplar:
Sattas, Iya Waves, Komik Günler, Neşeli Milis, Homegrown Soundsystem, İstanbul Ska Foundation, 12 Metreküp Sound System
2010’lardaki selektalar:
Alphadub, Karakusu Jr., Burakuhuru, Jr. Sensimilla, C Fyah, Boss Dj
2010’lardaki canlı gruplar:
Come Again, Bosphoroots, Zeytin, Koala, Herbafrique, Mr. Sıska, Komadub

 

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Haziran 2017 sayısında yayımlandı.