Her yerde mutlu, başarılı ve zengin olma naraları atılıyor. Bir yandan da karşı çıkışlar, agresif hareketler ve her şeye bir tezat bulma çabaları. Diğer yandan ise mutluluğu, başarıyı, zenginliği kısa yoldan elde etme sevdası. Fakat her şeyin ötesinde devam eden bir yaşam var ve bu sizin yaşamınız.

Yıldırım Ünverdi(28)

ULMER AR-GE ve Bilişim Koordinatörü, Bahçeşehir Üniversitesi

 

 

Bu yazımda şunu şöyle yaparsan kesin zenginsin, böyle yaparsan artık mutluluktan ölebilirsin gibi boyumdan büyük laflar etmeyeceğim ki böyle bir yol varsa zaten şu an dünyanın en mutlu başarılı ve zengin adamı olurdum. Bu yazı sadece sizinle bir paydada buluşma yazısı.

Hayatımızda kırılma anları vardır. Bunları bazen anlarız bazen anlayamayız. Gençliğimizde yaşadığımız birçok şeyin farkına varamayız. En güzeli de budur aslında, farkında olmamak. Büyüklerimiz hep ‘gençliğinin kıymetini bil’ derler. Aslında haklılar ama bence her anın kıymetini bilmeliyiz. Çocuksu yanımızı gençlik çağımıza, gençlik yanımızı da yetişkinlik çağımıza taşımalıyız. Taşımalıyız ki o güzel duygular davranışlar uçup gitmesin. Doğup büyümeye başladığımız andan itibaren içinde bulunduğumuz topluma adapte olmaya başlarız. Bulunduğunuz topluma uygun davranışlar sergilemek zorundasınızdır. Kodlamanız yapılır. Aksi tutumlar sergilerseniz dışlanma korkusunu tadabilirsiniz ve sonuç olarak üzülürsünüz. Bu yüzden, bulunduğumuz çevrede kabul görmek, statü sahibi olmak için çabalar dururuz. Para yaşamın en zevk verici oyuncağıdır. İnanırız ki para olunca her şeyimiz olur. “Ah ulan, benim bu kadar param olmalı” cümleler kurar dururuz. Bizden biraz daha fazla parası olanları kıskanırız. Yaşamlarına imreniriz; zenginin malı züğürdün çenesini yorar misali. Ya da tam tersi cok zenginizdir, her şeyimiz vardır; bu sefer de  doyumsuzluğun getirdiği arsızlık ve bunun sonucu gene mutsuzluk başlar. Sığ yaşıyoruz. Daha önceki yazımda sosyal medyanın avantaj ve dezavantajlarından, olmadığımız kişiler gibi görünme çabalarımızdan, birbirimize üstünlük taslama yarışlarımızdan bahsetmiştim. Bu tamamiyle sosyal medyanın suçu değil, hatta hiç değil. Bu durum sadece sosyal medyanın insanın içindekileri ortaya çıkarmasıdır. ‘Dürtülerimiz’ bende de bu olması lazım, ben de kaslı olmalıyım, ben de bu güzellikte olmalıyım, bende de bu elbise olmalı… Bu cümlelerin sonu yoktur. Yarışı bırak kendi yoluna bak. Kaplumbağa tavşan hikayesinde ister tavşan ol ister kaplumbağa ol. Ama hangisi olmak istediğin senin tercihin mi, buna dikkat et.

Yapay maskelerimiz her gün yüzlerimizde
O maskerlerimizle çoğu zaman olmadığımız insanlar oluyoruz. Her sabah maskelerimizi takar hayat oyununa başlarız. Herkesin üzerinde etiketleri vardır. Bizler etiketlemeyi severiz. Sıfatlar takarız. Bak bu çok cimri, bak bu çok cömert, bak bu şöyle böyle. Ya da karşımızdakini “Aman buna kırılır mı?” diye çok fazla düşünürüz. Bu maskelerle yaşamamız doğru mu? Hayır, çünkü bunlar içinizden gelerek yaptığınız şeyler değil. Siz içinizden geldiği gibi davrandığınızda, kendinizi ifade ettiğinizde içiniz rahatsa ve eğer ortada hala bir kırılma varsa artık bırakın kırılsın. Çünkü sizi anlamak istemiyordur ve sizin anlattığınız karşınızdakinin anladığı kadardır. Bazı şeyler için kendinizi fazla zorlamayın. Siz hakikaten siz olun, gerisi ya gelir ya gider. Ama siz en azından gerçekçi yaşamınıza dair adım atmış olursunuz. İnsanın en masum olduğu an aynaya baktığı andır. Çünkü orada kendini görür ve kaçamaz. Gerçek yüzleşme orada gerçekleşir. Herkesi kandırabilirsiniz ama aynaya baktığınızda gördüğünüzü kandıramazsınız.

Başımızdan bir şey geçer, bir durum olur, hemen yakınımızdakilere koşarız. Bu en doğal süreçtir çünkü güçsüz hissederiz ve destek isteriz. Onlar da ellerinden geldiğince bizlere yardım etmek, yanımızda olmak isterler. Fakat bizim ağzımızdan “Bak, anlamıyorsun”, “Hayır, sen de anlamıyosun” gibi cümleler çıkar. Evet, anlamayacak. Çünkü o anlamak için değil size destek olmak için, bir an bile olsa üzüntünüzü unutturabilmek için orada. Bu durumlarda kimseyi yadırgamamamız gerektiğini çok sonra anladım ben. Kimse sizin ne hissettiğinizi anlayamaz ve anlamasını beklemeyin. Olay çok basit çünkü o odur, siz değil. Yani aynı değilsiniz. Bizleri çözümlere ulaştıracak gene bizleriz ve beklentilerimiz arttıkça mutsuzluklarımız da artar.

“Hep mi böyle olur?”, “Hep mi beni bulur?” cümlelerini sıkça kurarız. Bu durum olaylara nasıl yaklaştığınızla alakalıdır. “Hayır” demek insana özgürlük verir. İnsanları mutlu etmek icin yalanlar söylemek, ki bunların rengi pembe de olsa zamanla siyaha döner. Bu sadece bir simülasyondur. Zaman zaman ya siyah ya da beyazı seçmelisiniz. Ama onlar değil, siz istediğiniz için seçmelisiniz. Bazen gerçek korkuları, kaygılarımızı unutup gereksiz şeylere saplanıyoruz. Korkularınızda kaygılarınızda bunlara değecek şeyler olsun. Yeni çıkan son model telefonun yok diye değil de bir arkadaşının canı sıkkın diye üzül, sınavdan düşük mü alacaksın ya da iş yerinde sunumun kötü mü geçecek diye kaygılanmada yarına nefes alabilecek misin diye kaygılan.

Gerçeklerden kaçma
Her zaman peşimizdeler ve ne kadar ertelersen ertele bir gün karşına çıkacaklar. Başarısızlıktan korkmayın demiştim ya, aslında bazen de korkun. Kimi zaman başarısızlık korkusu insana titizlik verir, işini ciddiye alma ve başarma hırsı verir. Önemli olan duygularını yönetmendir. Başarısızlık korkun seni yapacağın işten alıkoymuyorsa aslında güzel bir histir. Korkuların motive edici yönünü anlarsak zaten ortada korku değil temkinli olma davranışı kalır. Bir de bir klasik olarak, başarısızlığa uğrayınca vazgeçme serüveni başlar. Çevrenizdeki insanların “Bu hıyardan bir cacık olmaz zaten, bir cacık yapamıyor. Al, gene batırdı” gibi ağır söylemlere başlaması muhtemeldir. Oysa, hıyarın çok önemli besin değeri ve yararları vardır. Bunun farkına varın. Eleştirilere kulak asın fakat kimsenin söylediğinin sizi başarılı olma kaygısıyla hırslandırıp yanlışa sürüklemesine veya başaramayacağınızı düşündürüp demoralize etmesine izin vermeyin. Cacıkta önemli olan kıvamdır: koyacağımız yoğurt ve su miktarı. Fazla sulanırsa ya da fazla katı olursa işte hakikaten o zaman bir cacık olmaz.

Bazı şeyler elimizde değil. Evet, haklısınız; kontrolümüz dışında gelişen şeyler oluyor. Ama bu gibi durumlar karşısında da düşünce ve davranışlarımız bizim kontrolümüzde. Sen kendini nerede konumlandırmak, neyi hissetmek istiyorsan bunu yapabilirsin. Çünkü sen çok güçlüsün. Her zaman gri olmak bizi asıl benliğimizden alı koyar. Geçmişini takıntı haline getirme. Geçmişinizi sırtınıza yükleyip yarına gitmeye çalışırsanız bir zaman sonra yükünüz ağır gelir, taşıyamazsınız. Birkaç durak sonra ya fazla ağırlığı bırakmak zorunda kalır yola öyle devam edersiniz ya da benden bu kadar der pes edersiniz. Omuzlarınıza taşıyabildiğiniz kadarını alın. Güzellikleri, mutlu anılarınızı getirin yarınınıza. Unutmayın ki bizlere ne öğretildi: Her şeyin fazlası zarar.

Odamda kocaman bir tablo var, hikayesi çok hoşuma gitmişti. Ama hikayeye bağlı kalmayıp sadece mal mülk anlamında değil de sıkıntı, mutluluk, başarı, zenginlik, fakirlik, korku, kaygı kısacası yaşamımın her duygusuna yükledim o sözü. Tabloda kocaman: ‘Bu da geçer ya Hu!’ yazıyor.

Size çok önemli bir sır vereyim mi? Bugün yanınızda olan arkadaş, eş, sevgili, aile bir gün olmayacak ya da bir gün siz onların yanında olmayacaksınız. Keşke yapsaydım dedikleriniz, yapıp ya da yapmayıp pişman olduklarınız, kafanıza taktığınız onca gereksiz şey, kısaca ahlarınız vahlarınız, hiçbiri olmayacak. Evet, yaşamın en büyük sırrı bu: Ölüm. “Bunu biliyoruz zaten” dediginizi duydum. Olaylara bakış açınızı, yorumlamalarınızı değiştirdiğimiz zaman kaygılarımız, üzüntülerimiz, mutluluk, başarı, zenginlik, ötekiler, beriler, kısacası birçok şey değişir ama değişim önce kendini olduğun gibi kabul etmekle başlar. O zaman ne bekliyoruz? Kaldır kafanı, toplan, kendine gel ve biraz olsun kendin için ve kendin gibi YAŞA.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in 39. sayısında yayımlandı.