Yavaş yavaş delirdim kimse fark etmedi

“Rolü için aylarca çalıştı, 30 kilo verdi, çekimler bitse de rolünden çıkamadı” gibi cümleler birçok oyuncu için yıllardır kullanılan tabirlerdendir. Tabii bu durum her oyuncu için değil, metot oyuncuları için geçerli.

Rus aktör, yönetmen ve öğretmen Konstantin Stanislavski, 20. yüzyıl boyunca pek çok işe imza atmıştır ancak nesillerce hatırlanmasını sağlayan olay metot oyunculuğu dersleri vermesiyle başlamıştır. Günümüzde metot oyunculuğu olarak ifade edilen bu tarz Stanislavski Sistemi olarak da adını duyurmuştur.

Sistemin tek bir hedefi var: Karaktere tamamen bürünerek doğal bir tarzla rolünün hakkını vermek. 1938 yılında hayatını kaybeden Stanislavski, günümüzde dahi etkisini sürdürmekte ve en başarılı olarak anılan oyunculara hala çok şey katmaya devam etmekte. Stanislavski’nin öğretmenlik yaptığı süre boyunca üzerinde durduğu belli başlı maddeler vardır:

  • “Sihirli Eğer”: Stanislavski, oyuncuların kendilerine “Eğer bu durumda olsaydım ben ne yapardım” diye sormalarını ister. Bu soru metot oyunculuğunun başlangıcı olarak görülür.
  • Tekrar eğitim: Stanislavski; aktörleri, izleyicilerin duyacağı kadar yüksek sesle projelendirilebilmesine rağmen, gerçek yaşam düzeyinde insan doğasını sergileme yollarını bulmaya zorluyordu.
  • Gözlem: Çok başarılı bir insan gözlemcisi olan Stanislavski, öğrencilerine de bunu sık sık hatırlatıyordu ve olmak istedikleri kişiyi tanımaları için gözlem yapmalarını şart koşuyordu.
  • Motivasyon: Klişe oyuncuların “Benim motivasyonum ne” sorusunu geçen Stanislavski, öğrencilerine senaryoyu okuyup detayları sorgulamalarını istiyordu. “Karakter bunu neden dedi,” “Neden ışığı açtı,” “Silah neden çekmecede duruyor”…
  • Duygusal hafıza: Belki de en önemli detaylardan biri… Stanislavski, oyuncuların duyguyu yansıtmasını değil duyguyu hissetmelerini istiyordu.

Sinemada tüm bu adımları dikkatli bir şekilde uygulayan ve adını altın harflerle tarihe yazdıran isimlere günümüzde de rastlıyoruz. Ancak bu durum oyuncular için zorlu zamanlar anlamına geliyor ve Jack Nicholson ya da Daniel Day-Lewis gibi oyuncular dahi bu süreçte sık sık eğitmenlerden destek alıyorlar.

Her tekniğin ilkleri vardır

Stanislavski, kendinden sonra gelen Stella Adler, Sanford Meinser ve Lee Strasberg gibi isimlere esin kaynağı olmuş ve bu eğitimciler de kendi öğrencilerini yetiştirirken temelde bu sisteme bağlı kalmışlardır. “The Actors Studio” ise tamamen Stanislavski’nin tekniklerini esas alarak eğitimini veriyor. Buradan yetişen oyuncular arasında ise Al Pacino ve Robert De Niro gibi dev isimler bulunuyor. Metot oyunculuğunu uygulama konusunda kabul görmüş en eski oyunculardan biri ise Marlon Brando. Gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan biri olan Brando, metot oyunculuğunu en çok benimsemiş isimlerden biri ve tam da bu sebeple çoğu kez seti, tüm çalışanlara dar etmesiyle biliniyor.

Bernardo Bertolucci’nin filmi Last Tango in Paris’te yer alan oyuncu, rolüne öyle bir girmiş ki, rol arkadaşı Maria Schneider’e tecavüz girişiminde bulunmuş. Bu olay yıllarca saklansa da Bertolucci bu sene açıklama yapmış ve filmdeki cinsellik sahnesinde Schneider’ın gidişatı bilmediğini ve Brando ile bu sahne konusunda anlaştıklarını açıklamıştı. Yönetmen ve Brando’nun amacı sahnenin gerçekçi olmasıydı ancak ne yazık ki olay detayların açığa çıkmasıyla ‘tecavüz olayı’ olarak anılmaya başlandı.

Daniel Day-Lewis gerçeği

20. ve 21. yüzyılın en başarılı erkek oyuncusu kimdir sorusunun cevabına rahatlıkla Daniel Day-Lewis cevabı verilebilir. Uzun zamandır sektörde olan 60 yaşındaki oyuncu, kariyerindeki uzun yıllara rağmen çok fazla filmde rol almamasıyla bilinir. Bunun en büyük sebeplerinden biri Day-Lewis’in metot oyunculuğu tekniğini çok ciddiye alan biri olması. Rolüne hazırlanması ve rolden çıkması uzun süren Day-Lewis, ilk Oscar’ını My Left Foot: The Story of Christy Brown filmiyle kazanmıştı. Gerçek hayat öyküsünden uyarlanan filmde oyuncu role girmek için uzun bir süre tekerlekli sandalyeyle dolaşmış hatta çekim aralarında dahi set çalışanları tarafından taşınmış.

Usta yönetmen Martin Scorsese’nin Gangs of New York filminde ise oyuncu Bill ‘The Butcher’ Cutting rolü için kasabın yanında çalışmış ve film 19. yüzyılda geçtiği için çok uzun bir süre o dönemin konuşma tarzını benimsemiş. Yetenekli oyuncu diğer iki Oscar’ını ise Paul Thomas Anderson’ın eşsiz yapımı There Will Be Blood ve Steven Spielberg’ün Lincoln’ü ile kazanmıştı. Amerikan başkanı Abraham Lincoln’e hayat veren Day-Lewis, bu film boyunca herkesin kendisine “Mr President” diye hitap etmesini istemiş ve bu kurala Spielberg dahi uyum sağlamış.

Kaybedilen kilolar ve akıl sağlıkları

Kilolardaki değişimlerden bahsettiğimizde akıllara gelen ilk oyuncu, dönemimizin en yetenekli isimlerinden biri olan Christian Bale oluyor. Popüler yapımlarla adını izleyicilerin aklından çıkarmayan Bale, bunun ötesinde çok yetenekli bir oyuncu. 2004 yapımı The Machinist filmi için 27 kilo veren oyuncu 2005 yılında Batman Begins için verdiği tüm kiloların daha fazlasını geri almış, hatta bunların yanında vücut da geliştirmişti. Oyuncu benzer grafikleri sonraki filmlerinde de sergiledi.

The Pianist ile dünya çapında büyük bir yankı uyandıran Adrien Brody’nin her performansı için metot oyuncusu olduğunu söylemek zor olsa da The Pianist, oyuncunun zirveye ulaştığı performans olarak akıllarda yer etmeyi başardı. Rolü için 13 kilo veren oyuncu, piyano çalmayı öğrenmek için her gün dört saat boyunca çalışma yapmış.

Rolü gereği bir sanatçıyı canlandıran ve bunu sonuna kadar çok iyi bir şekilde başaran tek isim Brody değil. Black Swan filminde Natalie Portman en iyi performansını sergilese de Mila Kunis, Portman’la yarışacak kadar iyiydi. Hatta belki de daha iyi… Rolü gereği 40 kiloya kadar düşen oyuncu hazırlık süresince düzenli olarak bale dersleri almış. Yıllar sonra açıklamalarda bulunan oyuncu, Black Swan çekimleri döneminde psikolojisinin bozulduğunu söylemekten de çekinmiyor.

Million Dollar Baby filminde hırslı bir boksörü canlandıran Hillary Swank de bu filmde metot oyunculuğu tekniğini sonuna kadar uygulamış. Tavırları değişen ve gerçek bir boksör gibi davranmaya başlayan oyuncu, bacağındaki sorun yüzünden yürüyemez hale gelse de uzunca bir süre doktora gitmeyip bunun sonucunda enfeksiyon kapmış. Kendisi bu durumu aşk filmleriyle dengeledi diye umuyoruz.

Yetenekli oyuncu Jared Leto, 2016’nın en çok konuşulan filmlerinden biri olan Suicide Squad’da Joker rolüne hayat vermiş ve yıl boyunca rolüne hazırlanırken ya da sette yaptıkları büyük olay olmuştu. Kendisinden önce Jack Nicholson ve Heath Ledger gibi efsanelerin Joker’i çok iyi canlandırmasından olsa gerek Leto kendisini bu role adamıştı. Leto bunun sonucunda “Joker insanların özel alanlarına saygı duymayan bir karakter, ben de kimseyle aramızda duvar olsun istemedim” şeklinde açıklama yaparak tuhaf davranışlarının bir sebebi olduğunu açıkladı. Tabii bu esnada Leto, rol arkadaşlarına ölü fare bile vermişti.

Joker rolüne kendisini çok kaptıran oyuncu bir tek Jared Leto da değil. The Dark Knight’ta Joker’e hayat veren Heath Ledger, rolü için öncelikle uzun bir süre çizgi roman okumuş, sonrasında da yaşam tarzını Joker’e benzetmeye başlamış. Hatta bu konuya dair resmi bir açıklama olmasa dahi oyuncunun filmin çekildiği yıl hayatını kaybetmesi de kendisini bu role çok kaptırmasına bağlanmıştı.

En iyi olmanın formülü

Bu örneklere ya da Joaquin Phoenix ya da Philip Seymour Hoffman gibi isimlere bakıldığında metot oyunculuğunu benimseyen isimlerin ortaya birbirinden güzel performanslar çıkardığı net bir şekilde görülüyor. Ancak oyuncuların bu süreçte kendilerini toplumdan soyutlaması ya da davranışlarıyla çevrelerindeki insanları olumsuz etkileyecek hale gelmesi bu sistem hakkında akıllarımızda hala birkaç soru kalmasına neden oluyor.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Mayıs 2017 sayısında yayımlanmıştır.