2017: Bir sinema yolculuğu

Bir sinema yılının da sonuna geldiğimiz 2017’nin Aralık ayında bu yıl sinemaya damgasını vuran birkaç olayı kronolojik olarak sizin için sıralayalım dedik.

Alp Turgut (28)

Filmdoktoru.com

 

 

Moonlight’ın En İyi Film Oscar’ını La La Land’in elinden kapması

26 Şubat 2017’de düzenlenen 89. Akademi Ödülleri yani Oscar’larda ilginç bir ana tanıklık ettik. La La Land’in en iyi yönetmen ödülünü kazanmasının ardından artık herkes filmin en iyi film seçileceğine emindi. O sırada sahneye ödülü açıklamak için çıkan 80 yaşındaki ünlü aktör Warren Beatty zarfı açtı, bir süre tereddütte kalmasına rağmen ödülün sahibini La La Land olarak açıkladı. Zafer çığlıklarıyla ödülü teslim almak için sahneye giden La La Land ekibi ailelerine ve film ekibine teşekkürlerini ilettiği sırada ekipten biri kazananın Moonlight olduğunu belirtti. Ufak bir şaşkınlık yaşanmasının ardından sahneye davet edilen Moonlight ekibi ödülü gerçek anlamda La La Land ekibinin elinden aldı ve ödülü kabul etti. Tabii bu karışıklığın nedeni uzun süre bilinemedi. Denilene göre karışıklığın sebebi Oscar ödül zarfını teslim etmekle görevli kişinin o sırada sosyal medyayla uğraşmaktan kafasını kaldıramaması ve bir önceki zarfı yani en iyi yönetmen zarfını Beatty’ye teslim etmesi. Bu skandal karar sonrası zarfı teslim etmekle görevli kişinin işine son verildiği olayda dikkat çeken asıl nokta ise La La Land’in başta mutlu gibi gözüküp hüzünle sonuçlanan finalinin aynısının bu skandal olayla film ekibinin başına gelmesi oldu. En iyi film Oscar’ını kazanan ilk LGBTİ filmi olan Moonlight’ın tarih yazdığı ödül töreninde en çok konuşulan şeyin bu olması ne yazık ki filmin zaferine az da olsa gölge düşürdü (Batman Forever / Batman Daima) ve 1997 (Batman & Robin) yıllarında gelen gelmiş geçmiş en kötü filmler arasında gösterilen devam filmleriyle bu karakteri de bitirmeyi başardı. Bu dönemde vizyona giren “The Crow / Karga” (1993), “Men in Black / Siyah Giyinen Adamlar” (1997) ve “Blade / Bıçağın İki Yüzü” (1998) filmleriyle bizlere farklı bir seyir sunmayı başaran stüdyolar bir nevi bu yeni türün tam anlamıyla kendini bulmasına katkı sağlamayı başardı ve 2000’lerle beraber farklı bir sinema dönemine girmiş bulunduk. Artık fantastik sayılan bu türü daha farklı bir isimle anmaya başlayacaktık.

Wolverine serisinin son filmi olan Logan’ın yaş sınırına rağmen eleştirmenler tarafından övülmesi ve gişede tarih yazması

X-Men filmlerinin ikonik karakteri Wolverine’in son filmi olarak planlanan Logan, önceki filmlerin aksine oldukça farklı bir yol tercih etti. Yaş sınırı kararıyla oldukça cesur bir olaya imza atan “Logan”, “The Dark Knight / Kara Şövalye” üçlemesine yaklaşabilen tek çizgi roman filmi olabilir. Karakteri hiç olmadığı kadar yaşlı, yorgun ve incinmiş bir şekilde izleme şansı bulduğumuz filmde bir yandan kanser gibi tehlikeli hastalıklarla savaşan bir bireyin metaforu yapılırken, diğer yandan da aile temasının önemi vurgulanıyordu. Görsel efektlerin olabildiğince minimum bir şekilde kullanıldığı, stüdyo veya gişe yapma derdi bulunmadığı için sadece çizgi roman hayranlarını memnun edecek süslü ve renkli karakterlere yer verilmediği “Logan”, mutant karakterlere yapılmış organik dokunuşlarla realizmin doruklarına çıkmış gelmiş geçmiş en iyi neo western filmlerinden biri olarak öne çıkmayı başardı. Diyaloglarına kadar özen gösterildiği belli olan “Logan”da bir yandan da hayatına giren herkesi kaybeden karakterin en büyük düşmanının kendisi olduğunun metaforu yapılıyordu. Kızı olduğunu öğrendiği Laura’nın asla kendisi gibi katil olmamasını isteyen Logan’ın klonuyla karşılaştığı sahneler şok edici olmakla beraber fazlasıyla da anlam yüklü. Başta “Shane” olmak üzere Mangold’un eski western filmlerine referanslar gönderdiği filmde sahneleri bu kadar anlamlı kılan en önemli etkenlerden biri de Marco Beltrami’nin enfes besteleriydi. Son olarak Hugh Jackman’ın artık karakterine yakışmaktan öteye giderek bu sefer “gerçekten” oynadığı filmde ünlü aktörün kariyerinin zirvesinde bir performans sergilediğini unutmamak gerek. Tüm bu başarılara ek olarak Logan’ın her bir X-Men filmden daha fazla gelir getirmesi de yaş sınırının gişeyi etkileyeceğini düşünen stüdyolara gerçek bir cevap oldu.

İlk süper kadın kahraman filmi olan Wonder Woman’ın seyirciyle buluşması

Süper kahraman filmlerinin fazlasıyla popüler olduğu şu zamanlardaki en büyük sıkıntı kuşkusuz bir kadın süper kahramanın eksikliğiydi. İşte tam da bu zamanda vizyona giren Wonder Woman, aldığı olumlu eleştirilerin yanında çizdiği kadın imajıyla sadece Hollywood’u değil tüm dünyayı etkisi altına almayı başardı. Yönetmen koltuğunda oturan Patty Jenkins’in de bir kadın olarak karakteri tam anlamıyla beyaz perdeye taşıyabildiği Wonder Woman, klişe hikaye örgüsü ve ucuz diyaloglarına rağmen yıla damga vuran filmlerden biri olmayı başardı. Türünün ilk örneği olmasından ötürü “eksiklerine rağmen” Wonder Woman’ın feminist sinema açısından sahip çıkılması gerekilen bir film olduğu oldukça açık. Diana Prince’ın stereotype kadın kıyafetlerinde rahat edememesi, buna izin veremem diyen bir erkek karaktere senden mi izin alacağım şeklinde çıkışması ve bir grup erkek askerin tartıştığı yerde dobra dobra konuşup ağızlarının payını vermesi filmin dikkat çeken sahnelerinden birkaçı. Filmin en etkileyici sahnesi ise Wonder Woman’ın hiçbir erkeğin geçemediği cephede tüm erkekler tarafından ateş açıldığı sırada kalkanıyla hepsine karşı çıktığı o metaforik sahneydi. Perspektifi değiştirerek baktığımızda bu sahnede erkeklerin dünyasında ayakta kalmaya çalışan bir kadın gördüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz. Öte yandan, Wonder Woman’ı oynayan Gal Gadot her ne kadar oyunculuk açısından sıkıntılar yaşasa da genç izleyici kitlesinin kalbini şimdiden çalmış durumda.

Christopher Nolan’ın tüm normları yıkarak seyirciye farklı bir sinema deneyimi yaşattığı Dunkirk

2017 Temmuz ayında vizyona giren yeni Christopher Nolan filmiyle sinemada çıtayı bambaşka bir yere taşımayı başardı. Odak noktasına 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve müttefik kuvvetlerinin 26 Mayıs’tan 4 Haziran 1940’a kadarki Avrupa’dan tahliyesini sağlamak amaçlı yapılan savunma savaşı olan Dunkirk Muhaberesi’ni alan filmde Nolan, yine yapacağını yaparak seyirciyi inanılmaz bir deneyimin içine sokmayı bildi. Kısa süresiyle bütünlük hissi yaratmayı başaran Nolan’ın amacı savaşın herhangi bir yerinde gerçekleşen kopan kollar bacaklarla savaşın ne kadar vahşi bir yer olduğunu göstermek değildi. Nolan bize eğer savaşın ortasında siz olsaydınız beş duyu organınızla ulaşabileceğiniz kısımlarda nelere tanıklık edeceksiniz onu gösteriyordu. Bunu yaparken de her zamanki gibi normları yıkarak ana karaktere yer vermeyen Nolan, Hollywood filmlerinin yıllardır seyirciye aşıladığı savaş karakterlerinin vazgeçilmez kahraman ana karakter klişesini yerle bir ederek seyirciyi alışkanlıkların dışarısına çıkardı. Laf kalabalığı diyalog barındırmayan gerçekçi senaryosuyla öne çıkan filmde ana karakter seyircinin ta kendisi. Filmi ana karakterlerden arındırarak bu boşluğa seyirciyi yerleştiren Nolan sayesinde savaşı sanki siz yaşıyorsunuz. İnsanlar alışkanlıkların dışına çıkan şeylere alışmakta aşırı zorlanırlar ve başlarda kabul edemezler; işte sadece bu yüzden bile “Dunkirk” alışılması zaman alacak son derece yenilikçi ve gerçek bir başyapıt niteliğinde.

Korku sinemasına yeni bir soluk kazandıran Get Out ve IT filmleri

Irkçılık üzerine birbirine benzer filmleri izlediğimiz şu zamanlarda “Get Out / Kapan”ın yeri gerçekten çok farklıydı. Irkçı olmadığını belirtmesine rağmen ten rengi ve millet üzerine genellemeli sorularla karşısındakini bayıltan beyazları mizahi ve oldukça orijinal bir dille eleştiri odağına alan “Kapan”, zekice işlenmiş kurgusuyla yılın en özgün filmlerinden biri olarak karşımıza çıktı. Siyahilerin vücutlarının daha atletik ve gelişmiş olması veya sporda beyazlara nazaran daha başarılı işlere imza atmış olmaları gibi iltifatlarla aslında yine ırkçılık yapıldığının altına çizen Jordan Peele, bu davranışın onları iyi hissettirmediğini belirtiyordu. Siyahilerin her şeyden önce herkes gibi insan olduklarını ve insanların bu tarz sorularla onları kabul etmek yerine yine ayrı bıraktıklarını mizahi bir yolla bize sunan Peele, aslında eleştirinin ucunu tüm milletlere aynı davranışı sergileyen insanlara doğrultuyordu. Bunu yaparken de korkutması cabası.

80’ler havasını tekrardan seyirciye getiren It / O ise gücünü görsel efektlerden almasına rağmen yerinde karar alarak seyirciyi korkutmayı başardı. Filmin asıl olayı ise alt metindeki metafordu. King’in romanında olduğu gibi daha çok çocukların büyüme sancılarının metaforu olarak bize sunulan “O”yu bir coming-of-age filmi olarak adlandırmak mümkün. Filmin başrolünde çocukların sahip oldukları farklı ebeveyn türlerinin çocuklar üzerindeki etkilerini izleme şansı bulduğumuz filmde seyirci palyaçodan çok ebeveynlerden korkmaya başlıyordu. Kendi kızını taciz eden bir babadan dindar baskıcı bir babaya veya hastalık fobisi bulunan sevgisiz anneden ilgisiz veya hayvanları öldürmeye zorlayan siyahi babaya kadar birbirinden farklı büyüme zorlukları yaşayan çocukların korkularının palyaçoda hayat bulması oldukça güzel bir alegori olarak karşımıza çıkıyordu. Çocukların korkularını yenmeye başlayıp olgunlaşmaları süresinde palyaçonun gücünü kaybetmesi de bu alegoriyi destekler nitelikteydi.

Sinema endüstrisini derinden sarsan taciz skandalları

Sinemada yaşanan güzellikleri konuşurken bir anda patlak veren taciz haberleriyle işler farklı bir yöne gitti. Oscar’lı bir sürü filmin yapımcısı Harvey Weinstein’in tüm kirli çamaşırlarının bir bir dökülmeye başladığı Ekim ayında Hollywood’daki tüm oyuncular birlik olup Weinstein’ı tek kelimeyle bitirdiler. Yıllardır basına yansımadan devam eden bu taciz vakaları için birlik olan kadın oyuncular devrim niteliğinde bir harekete başlayarak Hollywood’taki tüm oyunculara ilham kaynağı oldu.

Asıl olay ise Kasım ayında The Usual Suspects, American Beauty filmlerinin ve House of Cards dizisinin Oscar ve Emmy ödüllü oyuncusu Kevin Spacey’nin eşcinsel olduğunu 30 sene önce 14 yaşındaki Anthony Rapp’i taciz etmiş olabileceğine dair şüpheli açıklamasıyla gerçekleşti. Anında House of Cards dizisinden kovulan Spacey, Aralık ayında vizyona girecek olan yeni Ridley Scott filmi All The Money In The World filminden çıkarılarak Christopher Plummer’la yeniden çekilmesine sebebiyet verdi. Buna ek olarak taciz haberleriyle suçlanan Louis C.K., Brett Ratner ve Jeffrey Tambor gibi bir sürü ünlü ismin dizileri ve projeleri de aynı Spacey gibi son buldu. Ben Affleck ve Dustin Hoffman gibi isimlerin geçtiği listeye son eklenen isim ise Pixar’ın kurucusu John Lasseter.

Oldukça hareketli bir yılın bu son ayında bizi nelerin beklediği bilinmiyor ama ufukta Star Wars: The Last Jedi var. Umarım 2018 sadece güzelliklerden bahsedebileceğimiz, şahane filmler izleyebileceğimiz bir sinema yılı olur.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Aralık 2017 sayısında yayımlanmıştır.