Bilgi’den Cannes’a bir kondüktörün hikayesi

“Uçakla bir yerden bir yere giderken o geçtiğiniz yerleri göremiyorsunuz, oradaki kültürleri göremiyorsunuz, oradaki insanları tanıyamıyorsunuz ama Doğu Ekspresi’nde ya da herhangi bir tren seyahatinizde farklı kültürden insanlarla tanışma fırsatınız oluyor. O yeri ve yüreği görme fırsatınız oluyor. “

YouTube ve Instagram’da giderek karşımıza daha fazla çıkan Doğu Ekspresi seyahatlerine bakış açımız hep bir yolcunun gözünden oldu. Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden öğrenciler de bu bakış açısını değiştirmek için yola çıktılar ve son durakları tahminlerinden de öte bir yer; Cannes Film Festivali oldu.

Ceren Caner: Filmin hikayesi nasıl ortaya çıktı?

Alper Özdemir: Aslında bu fikir geçen yaz benim Ankara’dan Erzincan’a Doğu Ekspresi’yle gidişimle başladı. Daha önce böyle bir deneyimim olmamıştı. Orada da Ergüder abiyle karşılaşmıştım, o zaman tanışmamıştım fakat çok dikkatimi çekmişti. Bu kondüktörler hat boyunca neler yapıyorlar, 26 saat gidiş-26 saat dönüş süresince uyumuyorlar, yollarla aralarında nasıl bir bağ oluştu. Bunları merak ettiğim için bu fikir aklıma geldi. Hali hazırda zaten bir bitirme projemiz vardı ve biz de bu projeyi Doğu Ekspresi’nde kondüktör olan bir memurla yapalım dedik. Yolcularla ya da Doğu Ekspresi’nin tarihiyle değil de oradaki emekçilerle bir şeyler yapalım dedik. Sonuçta böyle bir şey çıktı ortaya. Bir de Oğuz hoca var, bizim proje danışmanımız, Oğuz Yenen. Aslında onun yönlendirmeleriyle biz hareket ettik. Yani en az bizim kadar onun da bir payı var filmde. Hatta biz filmi bitirme projesinde izlettiğimizde gözleri doldu. Bu da bizi bayağı heyecanlandırdı ve duygulandırdı.Etkisi çok büyük bizde; yani biz neredeyse ikinci sınıftan beri Oğuz hocanın yanından ayrılmıyoruz, bütün projelerinde yer alıyoruz ve “böyle bir proje ancak Oğuz hocayla yapılır” diye biz hareket ettik. Çünkü bizi gerçekten çok rahat ettiriyor, istediğimiz gibi iş yapabiliyoruz ve en çok anlaşacağımız kişi Oğuz Yenen’di. Dolayısıyla biz de öyle bir şey yaptık. Bir sonraki projemizde de-şuan yani- yine Oğuz Yenen’leyiz. Çalışmalarımız devam ediyor yani. Oğuz Yenen’i anlatmasak olmazdı tabii ki.

Ceren: Ergüder Kuzucular’ı seçmenizdeki sebep neydi? Bir kontağınız var mıydı ya da o kontak nasıl sağlandı, nasıl kabul etti?

Alper Özdemir: Önce keşif için gittik biz ekiple, Ankara’dan Kars’a bir yolculuğumuz oldu. O anda da neler çekebiliriz, neler var diye iyice bakma fırsatımız oldu. Neredeyse tüm oradaki görevlilerle, memurlarla bir kontağımız oldu ve Ergüder Kuzucular’a ulaşma sebebimiz aslında oradaki kondüktörler oldu. Çünkü bazı bloggerler, YouTuber’lar da Ergüder Kuzucular’la röportaj yapmış ve bloğunda onları kullanmış. 3-4 tane kontak numarası verdiler, bunların aralarında Ergüder Kuzucular da var. Ergüder Kuzucular’la konuştuğumuzda bayağı bir samimi gelmişti bize ve “ben oynarım, ben bu işi yaparım” gibi bir yanıt alınca Ankara’ya Ergüder Kuzucular’la buluşmaya gittik ve istediğimizi anlattık, o da gayet memnuniyetle karşıladı.

Umut Yılmaz Genç: Aslında Ergüder abi filmin prodüksiyon aşamasında bizim kadar çalıştı diyebiliriz. Hakikaten sanki kendi işiymiş gibi koşturuyordu.

Alper Özdemir: Tabii, tabii…

Umut Yılmaz Genç: Bunu da atlamamak lazım.

Alper Özdemir: Daha sonra evine gittik. Bizi bayağı iyi karşıladılar. Oradaki çekimlerden sonra, Doğu Ekspresi’yle çekimlere başladık.

Ceren Caner: Filmin çekim sürecinden bahsedebilir misiniz? Nasıl oldu, neler yaşandı?

Alper Özdemir: Kasım 17’si gibiydi sanırım…

Umut Yılmaz Genç: Ekim’de başladık, kağıt üzerinde Ekim’de başladık.

Alper Özdemir: Kağıt üzerinde tabii öyle. Çekim de bir ay sonra başladı. Dediğim gibi ilk önce Ankara’ya gittik. Oradaki çekimleri aldık, ev içerisindeki çekimleri de. Ayrıyeten bir sonraki gün de yolculuk başladı. Ankara Garı içerisinde çekimler oldu. Orada çalışanların genel rutinlerini, gerekli prosedürleri  ve neler yaptıklarını çektik. Oradan da servislerle Kırıkkale-Irmak kasabasına gittik. Çünkü oradan kalkıyor artık. Oradan başlayıp Kars’a kadar 26 saat boyunca bir çekim aldık. Bu yolculuk sırasında bir kazayla karşı karşıya geldik. Erzincan-Kemah Surları içerisinde bir pikap rayların üzerine düşmüş. Dolayısıyla biz yaklaşık 1-1 buçuk saat kadar Kemah Garı’nda kaldık. Şöyle bir yanı oldu, orada daha çok insan tanımaya başladık. Böylece daha farklı karakterler girmeye başladı filmin içine de. İzleyenler de bilir, bir şair var mesela, biz onu daha önceden de tanıyorduk, görüşme şansımız olmuştu. Erzincan-İliç’te yaşayıp neredeyse her gün Erzincan Merkez’e gidip ayakkabı boyacılığı yapıyor ama yanında zurnasıyla. Aynı zamanda da bir şiir kitabı var. Şiir kitabını da trende satıyor. Kemah Garı’nda o yanımıza geldi. Belki de belgesel içindeki en ilginç karakter o diyebilirim. En çok sevdiğim karakter de o diyebilirim. Şiirlerini de genellikle Erzincan-Kemah bölgesine yapılan HES’lere karşı protesto amaçlı yazıyor.

Umut Yılmaz Genç: Hatta şöyle komik bir anımız da vardı. Devlet Demir Yolları’ndan bize verilen izin kağıdında şunlar yazıyordu; T.C. numaralarımız, isimlerimiz ve “şu şu tarihler arasında biletleriyle binip ‘Dünden Bugüne Doğu Ekspresi’ miydi?

Alper Özdemir: Aynen, bizim için öyle bir isim hazırlamışlar. İzin alma süreci kolaydı aslında, yani biz okuldan gerekli izinleri aldık. TCDD’ye gönderdik. Orada bize yardım eden çoktu. Ki zaten biz ilk başvurduğumuzda bizi YouTuber sandılar.

Ceren Caner: Doğu Ekspresi bu kadar popülerleşmişken siz bu konuya başka bir perspektif getirdiniz ve biraz da eleştirel yaklaşıyorsunuz. Bu bakış açısı kendiliğinden mi gelişti yoksa en başından beri bu yapmak istediğiniz bir şey miydi?

Alper Özdemir: Aslında başlarken bir “hızlı tren ve doğu ekspresi gibi ekspres hatlarını karşılaştırma mı yapsak” diye düşündük. Fakat öyle bir işe girişmek için daha çok görüntü toplamamız gerekiyordu. O yüzden Doğu Ekspresi ve hızlılık üzerinden bir şeyler yapalım dedik. Biz Ergüder abiye sorularımızı sorarken de buna göre sorular hazırladık. Hızlı trenle kıyasladığımızda, bir uçakla bir yerden bir yere giderken o geçtiğiniz yerleri göremiyorsunuz, oradaki kültürleri göremiyorsunuz. Tabii yani, hız zoraki anlamıyla tabii ki öyle bir şeyler olabilir ama. Geçtiğiniz yerleri göremiyorsunuz, oradaki insanları tanıyamıyorsunuz ama Doğu Ekspresi’nde ya da herhangi bir tren seyahatinizde farklı farklı kültürden insanlarla tanışma fırsatınız oluyor. O yeri, yüreği görme fırsatınız oluyor. Biz de aslında bunun üzerinde durmak ve bir kondüktör üzerinden bunu görmek istedik.

Kondüktörler de bir nevi gezgin gibi geliyor bana. 34 seneden beri bu işi yapan bir insanla bunu yapmak bayağı bir heyecan vericiydi bizim için de. Genellikle bu hızlılık konusu üzerinde durduk.

Mehmet Alan: Yolculuğu Ergüder Kuzucular gözünden mi yansıttınız yoksa kendi yönlendirmeleriniz sonucunda mı bu kareler ortaya çıktı?

Alper Özdemir: Zaten Ergüdar Kuzucular’ın Ankara’dan Kars’a kadar ki bütün rutinlerini çektik. Dolayısıyla aslında onun gözünden bakıyoruz. Gözlemci belgeselin de bir dalı olan “direct cinema” dalına giriyor bu yaptığımız iş. Hiçbir şekilde müdahale etmeden ne varsa, o anda trendeki rutinlerden buradaki bürokratik işlemlere kadar kameramızla takip ettik ve  onlara tanıklık etmek istedik. Aslında, hani, bizim yönlendirmemizle olan bir şey değil, tamamen doğal akışına bıraktığımız bir belgesel oldu.

Mehmet Alan: Yakın gelecekte planladığınız projeler var mı?

Alper Özdemir: Bir kısa film üzerinde çalışmaya başladık, hatta onun kurgusu da devam ediyor. Belgesel ama tabii farklı bir yerde duruyor bizim için, hala yapmak istediğimiz bir iş. Yine böyle bir insan hikayesi üzerinde durmayı istiyoruz. Yani bir yayla olur ya da başka bir yer olu..

Umut Yılmaz Genç: Tren olmaz gemi olur. Kondüktör değil kaptan olur.

Alper Özdemir: Mesela bizim bu kısa film olmasaydı eğer yaylacılarla ilgili bir film yapmayı düşünüyorduk. Aslında bir isteğimiz var, bu tür belgesellere devam etmek.

Ceren Caner: Bilgi’den Cannes’a ulaşan o yolda neler yaşandı, nasıl bir süreç geçti?

Umut Yılmaz Genç: Aslında ilk amacımız tabii ki ana bitirme projemizi teslim etmekti ama tüm yegane hedefimiz de o değildi. Elbette daha yukarısını da hedefliyorduk. Şöyle söyleyeyim yalnızca Cannes değil birçok festivale başvuru yaptık. Aslında açıklanmayanlar açıklananlardan daha fazla. Tabii fiziksel anlamda iştirak edebildiğimiz yalnızca Ankara Film Festivali oldu. Mevcut durumlar sebebiyle Cannes’a gidemedik tabii. Birkaç festivalimiz daha var. Aslında biz Kondüktör’ü pre-prodüksyon aşamasında, daha henüz kağıt üzerindeyken hiç festival falan düşünmemiştik. Çekimlere gittik, görüntüleri topladık, bilgisayarda izledik yine öyle bir şey aklımıza gelmedi. Ben ilk fragmanı yaptığımda Alper çok heyecanlanmıştı ondan sonra bir şeyler düşünmeye başladık. Ve ufak ufak hocalarımızın da etkisiyle “ya bu bir bağımsız festivale gider” gibi cümleler çok duymaya başladık sonra dedik ki neden olmasın. Ondan sonra festival süreci işledi. Cannes’a gönderdik, birkaç yurt dışı festivaline daha gönderdik; Rain Dance gibi Open City Documentary festivali gibi. Onlar henüz açıklanmadı, sürekli takip ediyoruz. Tabii Cannes’ın da haberini alışımız bayağı güzeldi, hatta Ankara’yla aynı gün mü açıklanmıştı?

Alper Özdemir: Ankara’yla aynı gün açıklanmıştı.

Umut Yılmaz Genç: Ankara’nın haberini bana sen verdin ben de sana Cannes’ı vermiştim.

Alper Özdemir: Dediğimiz gibi hiç aklımızda yoktu Cannes Film Festivali’ne filmi göndermek, hiç konuşmamıştık bile bunu. O sıralarda Zeynep Merve Uygun hocamız bir filmini İstanbul Film Festivali’ne göndermişti ve festival olayını yakından takip ediyordu. Onun yanına gidelim dedik. “Neden Cannes’a göndermiyorsunuz” deyince biz böyle bir kaldık, “Yani niye gönderelim ki” diye.

Umut Yılmaz Genç: Biz kimiz?

Alper Özdemir: “Cannes ne? Niye ki?” hani “Zaten yarışma dışı bir şekilde gönderebilirsiniz” dedi.  Daha sonra Short Film Corner’ı araştırdık. Yakın bir süre kalmıştı zaten başvuruların bitmesine-

Umut Yılmaz Genç: 3 hafta gibi bir süre.

Alper Özdemir: Biz de bazı değişiklikler, re-vizeler yaptık üzerinde ve gönderdik. Sonuçta ,yaklaşık 3 hafta gibi bir süreçte de geri dönüş aldık.

Umut Yılmaz Genç: Zaten deadline’a çok yakın bir zamanda gönderdiğimiz için, geri dönüş de hızlı oldu.

 

Ceren Caner: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Umut Yılmaz Genç: Bize nasıl mikrofon getirdiğini anlatsana.

Alper Özdemir: Aaa, onu anlatsın çok güzel hikaye.

Koral Ant: Mikrofon alıyorlar okuldan, bozuk çıkıyor. Ben de ertesi gün gideceğim yanlarına.

Umut Yılmaz Genç: Ankara’dayken kayda gireceğim, bir baktım mikrofon bozuk. Gayet pahalı bir alet ve temin etmeye kalksak belki Ankara’da yoktur bile. Olsa bile alamayız. Peki ben ne yapıyorum?

Koral Ant: Mikrofonu olan bir arkadaşıyla konuşuyor Umut. Benim de ondan almam lazım. O da bana bayağı uzakta bir yerde oturuyor. Ben de işte bir arkadaşımı ayarlıyorum falan, bizde de araba yok tabii… öğrenciyiz. Arkadaşım götürüyor beni, alıyorum mikrofonu. Ertesi sabah alelacele yedi trenine binip, mikrofonu yetiştiriyorum Ankara’ya. Öyle saçma sapan bir durumda, ben de saçma sapan bir şekilde dahil oluyorum gruba.

Alper Özdemir: Hayatımızı kurtardı diyebiliriz yani. Bir de arkadaştan aldığımız ses kaydedicisinde sünger yok ve patlıyor sesler. Buna bir çözüm üretmek lazım. Koral’ın aklına da bu otellerde kağıttan terlikler oluyor ya, onları sünger niyetine kullanmak geldi neyse ki ve işe de yaradı. Bayağı kurtardı bizi.

Koral Ant: Elimizde terlikle dolaşıyoruz böyle, ses alıyoruz. İnsanlar bakıyor “ne yapıyorlar” diye.

Umut Yılmaz Genç: Kurgusu 3 ay sürdü, beni biraz sinirlendirdi ama sonu güzel oldu.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in 39. sayısında yayımlandı.