Bir çıkış noktası: Doğa

Kendimizi bulmak için doğal yaşama kaçmak bir trend mi yoksa bir çıkış yolu mu?

Aslı Balkan (26)

PR ve Pazarlama Uzmanı

 

 

İnternetin bizim için vaadi “iletişim,” bu da yalnızlığın panzehirini bizlere sunuyor. Başka insanlarla tanışmaya en elverişsiz noktalarda bile ne kadar utangaç ya da fiziksel hayatlarımızda ne kadar izole olduğumuzdan bağımsız, internetin kullanımı herkese bir şans sunuyor.

Bu iletişim gerçek anlamda yalnızlığımızı dağıtmaya itmiyor bizi, yalnızlığın en şiddetli halini hala kalabalık içinde yaşıyoruz. Ulaşmakta en uzak kaldığımız ise hep kendimiz oluyor. Edward Hopper’ın Nighthawks (Gece Kuşları) serisinde resmettiği gibi birlikte yalnız iletişimsiz yoğun bir dönemin içindeyiz, kalabalık ama kendimize bile uzak.

Gelen iş çağrılarına kayıtsız kalamayıp, duymazsak diye tüm ekipmanlarımızı yanımızda sırtımızda taşımaya alışkınız. “Neden alışıyoruz” diye kendimize her gün soruyor ve bu döngüden bu sıkışmışlıktan kurtulmak için gitmeye odaklanıyoruz doğaya doğal olana…

İş yoğunluğundan, “her an ulaşılabilir” olmaktan sıkılıyoruz. Olanaklar sınırsızlaşırken, iletişim mekanizmalarının “her anlığı” sürekli bir aciliyet sıralamasını takip etmeye zorluyor bizi. 

Kampçılık yeni meditasyonumuz

Hal böyle olunca bizlerin kaçış noktalarından biri kamp oluyor, şehirden uzak doğaya yaklaşmak bir akım olarak doğal olanı trende dönüştürmek yeni jenerasyonun kendini bulma çabası sanıyorum. Ya da trend olanı paylaşma güdümü ile kamp doğasını bir kare filtreye sığdırmak mi demeliyim.

Yolculuk başlasın!

Ben de benzer bir motivasyonla -başka türlüsü mümkün mü onu da bilemeden- ya şarjım biterse işten ararlarsa, bilgisayarım yanımda ama telefonun interneti yetmezse, ortağa bağlanamazsam endişesi içinde çıktım bir kamp yoluna. Rotamız İzmir ve çevresi…

Başımızı telefondan kaldırdık, yolun ucuna, geçtiğimiz ağaçlara, binbir renge odaklandık. Gidecek kalacak yerimiz olmadan bir programımız olmadan ilerledik. Rezervasyonlu değil sıraya girerek; saat kontrol ederek değil.

Öylesine… Sadece daha mavi diye ya da gün batımı oradan daha güzel batıyor diyerek seçtik kalacağımız yeri…

Düşününce ne kadar basit ama koştuğumuz dünya içinde ne kadar imkansız şey şu plansızlık…

Karaburun ilk durağımız oldu, rüzgarın en sert estiği tepelerin birinde durmaya karar verdik, aşağısı uçurum. Ay kocaman, şahitlik ediyor sohbetlerimize, dostluğumuza. Yavaşladığını hissetmek… Bir günün bitmemesi, su sesi, rüzgar ve her şeyle direkt olarak temas etme halini deneyimliyoruz. Doğanın içinde sorguluyoruz dış dünyaya karşı neden kendimizi kilitlerle koruma altına aldığımızı, kaybetmekten korktuğumuz şeylere neden sahip olmak istediğimizi.

Evlerimizde, otomobillerimizde fark etmediğimiz şeyleri gördük, ne çok yıldız olduğunu mesela, ya da Ay’ın ne kadar çok aydınlattığını, ayazın tam olarak nasıl bir şey olduğunu.

Paşalimanı ikinci durak noktamızdı, kamp için mühim olan kaynaklara yakın düz bir zemin bulmak, hafif de ağaç altı olursa hem soğuktan hem güneşten korunması mümkün oluyor. Korunaklı bir gıda saklama ortamı tercihen konserve ile pratik çözümleri önden hesaplayabilirseniz, hele denizin tam da dibine kurabilirseniz çadırınızı sabah tatlı bir hoş geldin diyecek dalga sesleri size.

Sabah kahvaltınıza en mayalısından güzel bir köy ekmeği de eklenince doğadaki her şey daha bir anlamlı geliyor.

Hepimizi buradan keşfetmeye çağırıyorum, doğayı, denizi, lezzet duraklarını, en çok da kendimizi. Büyük bir özlük potansiyelini elimizde tutuyoruz.

Tüm sıkışmışlık içinde asıl motto bu olmalı “Hikaye aslında birlikte olmak ama aynı olmamak” farklılığı ise uzaklarda aramaya gerek yok.

Hadi JR’lar kampa!

Ve bu sayfadaki tüm bu güzel fotoğraflar için Aykun Tasciian’a teşekkürlerimi iletirim.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Ekim 2017 sayısında yayımlandı.