İtalya’yı palyaçolar mı yönetecek?

Geçtiğimiz mart ayında İtalya’da yapılan genel seçimlerde henüz ikinci seçimine giren ve mevcut tüm partilere düşman olan 5 Yıldız Hareketi birinci parti çıktı. Siyasi rakipleri tarafından, kurucusu ünlü bir komedyen olduğu için “palyaçolar” diye anılan partinin ilginç başarısı, statüko karşıtlığının demokrasileri ele geçirişinin öyküsü.

Can Elmas (22)
Öğrenci

 

İtalya’daki seçimlerden bize ne?

Kuşkusuz İtalyanların güzel soslu bir Penne’den daha iyi yaptıkları bir şey bulacak olursak aklımıza dünyayı etkilemek konusundaki başarıları gelir. Dünya kültürüne, devlet anlayışına, hukukuna hatta Rönesans’la birlikte çağdaş düşünce tarzımıza o kadar çok etkileri vardır ki bunların hepsini detaylı olarak konuşmak için bir televizyon programı yapılacak olsa onlarca farklı alanda uzmanlaşmış akademisyeni stüdyoya davet etmemiz ve programı günlerce kesintisiz yayınlamamız gerekir. Hem sanatta hem de fikir dünyasında bu kadar iz bırakabilmiş toplumların sayısı bir elin parmağını geçmez. O sebeple söyleyebiliriz ki İtalyanlar olmasaydı bugün dünya her şeyiyle çok ama çok farklı olurdu.

Bu halk, bazen devasa sınırlarıyla bazen de mütevazı şehir devletleriyle dünyanın kaderini değiştirebilecek olaylara sebep olabiliyor. Oradaki en küçük sarsıntı büyük depremlerin, büyük değişimlerin habercisi olabiliyor. İnsanlığı yok edebilecek kadar korkunç fikirleri, faşizmi, Makyavelizm’i yerin katman katman altından insanoğlunun önüne getirebiliyorlar. Bu yüzden tüm dünyanın olduğu gibi benim de kulaklarım geçtiğimiz ay İtalya’da yapılan seçimlerdeydi.

Her ne kadar İtalya, tarihteki şanlı günlerinde olduğu kadar önemli bir ülke olarak gözükmese de hala Avrupa’nın 4., dünyanın 8. büyük ekonomisi. İtalya tüm dünyaya Mussolini faşizmini hediye ettiği sırada ekonomik olarak daha iyi bir konumda değildi, hatta Avrupa’daki konumu aynıydı. Yani orada yaşanan siyasi kırılmalar kapitalizmin geleceği ve modern demokrasi için önemli işaretler verebilir. O yüzden bu yazımda bu seçimleri değerlendirmek ve sürprizi yaratan 5 Yıldız Hareketi’ni ve aşırı sağcıları sizlere tanıtmak istedim. Bir siyasal iletişimci gözüyle dünyadaki genel eğilimlerin nasıl İtalya’da ete kemiğe büründüğünü anlatmaya çalıştım.

Seçimlerin tarafları

2009’dan bu yana ciddi bir ekonomik bunalımla mücadele eden İtalya için her seçim çok hararetli geçiyor. Öyle ki siyasi adayların birbirlerine karşı söylemleri, Türkiye gibi siyasette yıllardır üslup sorunlarına sahip olan ülkelerden bile daha kötü duruma doğru evrildi. Adayların birbirine karşı yönelttiği söylemlerin bazıları Türkiye’de kullanılsa muhtemelen işin sonu ya hastanede ya da mezarda biterdi. Kültür farkından dolayı İtalya’daki siyasi atmosferi anlamakta bizler güçlük çeksek de bu durumun İtalyanlar için de farklı olduğunu söyleyemeyiz. Onlar da bu siyasi atmosferden çok rahatsızlar. Arkadaşlarım sürekli ülkenin “bir grup ahlaksız namussuzun elinde harcanıp gittiğini” söylerlerdi ve oy vermeye gitmeye gerek görmediklerini eklerlerdi.

Tabii Berlusconi gibi sürekli gaflar yapan ve seks skandalları da dahil olmak üzere sürekli korkunç iddialarla gündeme gelen bir siyasi figür olduktan sonra siyasetin seviyesinin düşmesi de çok olağan değil mi? 1996’dan bu yana inişli çıkışlı bir şekilde defalarca başbakan koltuğuna oturmuş Berlusconi’nin tekrar güçlü bir ittifak kurup seçimlere girdiği bu sefer de seviye yerlerdeydi. Sürekli olarak Berlusconi’ye “Bunga Bunga” skandalı üzerinden göndermeler yapıldı. Berlusconi de rakiplerine palyaçolar diyerek karşılık verdi.

Üslubun yerlerde olduğu İtalya Genel Seçimleri’nin ana konuları; yolsuzluklar, Avrupa Birliği ve göçmen kriziydi. Taraflar partilerin bu konularda aldıkları tutumlarla şekillendi. Seçimde öne çıkan taraflar şöyle şekillendi: Göçmen karşıtı Lig Partisi ile Berlusconi’nin Forza İtalya Partisi’nin kurduğu sağ ittifak, halihazırda iktidarda olan Demokratik Parti ve erimekte olan Sol partilerin oluşturduğu Merkez Sol İttifak ve hiçbir ittifaka sıcak bakmayan 5 Yıldız Hareketi.

Merkez Sağ İttifakı, daha doğrusu gaf ittifakı

Seçimlerde göçmen karşıtlığı tüm Avrupa’da olduğu gibi çok önemli bir konuydu. Büyük küçük pek çok parti, farklı tonlarda da olsa göçmen karşıtlığı üzerinden kampanyalar yürüttü. Göçmen karşıtı partilerden en öne çıkan ise Berlusconi’nin Forza İtalya’sı ile ittifak yapan Lig Partisi’ydi. Bu parti daha önce İtalya’nın kuzeyinde Padanya bölgesinin ekonomik bağımsızlık taleplerinin savunucusu olarak “Kuzey Ligi” ismi ile kurulmuştu. Ancak İtalya’nın tamamında siyaset yapmaya karar vermeleriyle partinin ismini ve vitrindeki pek çok ismi değiştirerek “İtalyalılaşma” süreci başlattılar. Faşist olmakla suçlanan liderleri Matteo Salvini ile sürekli gündemde kalmayı başaran bir parti olarak öne çıktılar. Bu başarıları onlara eski başbakan Berlusconi ile ittifak yapma fırsatı yarattı. Matteo Salvini ile Berlusconi’nin ittifakı özellikle sol partiler tarafından “Şeytan İttifakı” olarak nitelendirildi. Bu ikilinin gaflar konusundaki inanılmaz başarısı ittifakı sürekli gündemde tuttu ancak sürekli de eleştirilmelerine yol açtı.

Seçim kampanyası boyunca Berlusconi’nin sürekli yolsuzluk iddialarıyla Matteo Salvini’nin faşist olmakla suçlanması hareketin önünü tıkayamadı. İttifak oyların yüzde 36’sıyla totalde en yüksek oyu aldı ve İtalya’da kendilerinden nefret eden çoğunluğun siyasi kabusları bir anlamda gerçekleşmiş oldu. Totaliter rejimleri övmekten kaçınmayan Salvini-Berlusconi ikilisinin ittifakındaki en ilginç gelişme ise ittifakın küçük ortağı olması beklenen Salvini’nin seçim sonunda Forza İtalya’dan daha yüksek oy alarak ittifakın patronu haline gelmesi oldu. Bu da batılı uzmanlar tarafından İtalya’da artan faşizmin bir yansıması olarak değerlendirildi. Salvini korkusu Afrikalı iki çocuğu evlatlık edinen bir annenin Facebook’ta yayınladığı mektuba da yansıdı. Çocuklarının Salvini taraftarlarınca sözlü olarak taciz edildiğini söyleyen kadına Salvini; “Ben ülkeden uyuşturucu tacirlerini, yasa dışı göçmenleri, suçluları çıkaracağım, benim çocuklarla sorunum yok” diye cevap verdi.

Donald Trump hayranı olduğunu defalarca söyleyen Salvini ve “Ben de Donald Trump’ın kızına ve eşine hayranım” diyen Berlusconi, İtalyan demokrasisi için ürkütücü karakterler olarak uzun yıllar daha ortalıkta olacaklarını göstermiş oldular. Salvini’nin Brexit benzeri bir referandum yapma isteği gelecekte İtalya’nın en önemli gündem maddesi olabilir.

Berlusconi’nin gafları ve skandallarıBerlusconi’nin katıldığı bir seçimde ona ayrı başlık açmamak olmaz. Öyle bir siyasi karakterden bahsediyoruz ki 4 dönem başbakanlık yapmasının dışında Modern İtalya’nın en tanınan, her olayıyla sürekli dünya gündeminde de yer bulabilen birkaç devlet adamından biri. Milyarder olması, televizyon şovlarındaki başarısı ile siyaset sahnesini adeta bir şov programı gibi kullanabilmesi, onu iletişimciler için incelenmesi gereken bir konu haline getiriyor.

Kendi kişisel yapısına uygun olarak İtalya tarihinin en seksist TV programlarına yapımcılık yapan Berlusconi, başbakan olduğu sırada da ağzından düşürmediği cinsel içerikli şakalarıyla gerçekten ilginç bir karakter.

Evinde ünlülerin ve fahişelerin katılımıyla düzenlediği Bunga Bunga isimli seks partileriyle gündeme gelen, hatta burada 18 yaşının altında Fas asıllı bir fahişe ile birlikte olduğu iddiasıyla yargılanan Berlusconi, bu iddialardan ceza almasa da halkın genel kanaati iddiaların doğru olduğu yönündeydi.

Bu tarz olaylara rağmen Berlusconi siyasi ömrünü hala doldurmamış gözüküyor. Yüzde 14 oyu ve toplamda en çok oy alan ittifakın lokomotiflerinden biri olmasıyla hala İtalya’da önemini koruyor.

Seçim kampanyasında, karıştığı seks skandallarının sürekli gündeme gelmesine karşı “güzel kadınlara düşkün olmak gay olmaktan daha iyidir” diyerek gaf koleksiyonuna bir yenisini daha eklemiş oldu.

Berlusconi’nin yaptığı bazı gafları hatırlayacak olursak:

İspanya’da Zappettero’ya  kabinede kadınlara eşit sayıda bakanlık vermesinden dolayı tüm dünyadan tebrikler gelirken Berlusconi, “o kabineyi yönetmek çok zor olacak Tanrı yardımcısı olsun” demişti.

2005’te düzenlenen AB Gıda Zirvesi’nde ”Playboy’luk marifetlerim sayesinde buradayız. Zirvenin İtalya’da yapılması için, o dönem AB Başkanı olan Finlandiya Cumhurbaşkanı, güzel kadın Tarja Halonen’e kur yapmıştım” demişti.

Amerika’da yaptığı bir konuşmada ise ”İtalya’ya yatırım yapın, gerçekten çok güzel kızlarımız var” demişti.

Demokratik Parti İtalya’nın en sıkıcı partisi

Demokratik Parti seçimlere iktidar partisi olarak girdi. Berlusconi’den sonra iktidara gelen ve o dönemin yolsuzluklarına karşın daha temiz bir tablo çizen Demokratik Parti’nin başında Paolo Gentiloni Silveri isimli eski dışişleri bakanı var. Skandallardan uzak duran temkinli yapısı ile Silveri seçimi takip eden bizler için hiç heyecan veren bir karakter olmadığı gibi, İtalyan seçmeni için de çok heyecan yaratmamış olsa gerek. Yanındaki sol partilere rağmen oy oranını artıramadı ve koalisyon görüşmelerine eli güçsüz bir şekilde girmek zorunda kaldı.

Ancak bu partinin İtalya’daki en sağduyulu ve popülizmden uzak parti olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle sağ partilerden yükselen “orduyu ve polisi güçlendirelim” seslerine karşılık Demokratik Parti, “Kültürel harcamaları artıralım, bu da ülkede uyum problemi yaşayıp terörizme ve mafyaya bulaşma ihtimali artan gençleri kazanmamızı sağlar” diyerek farklı bir öneride bulundu. Ancak ne yazık ki Demokratik Parti, tüm sağ duyusuna rağmen İtalya’nın en sıkıcı partisi olarak artan faşizmin panzehri olmaktan çok uzak gözüküyor.

5 Yıldız galip ama garip bir parti

Avrupa siyasetindeki ses getiren yeni partilere baktığımız zaman gözümüze aşırı sağcı ve popülist partiler çarpıyor. Avrupa’da yükselen aşırı sağ partilere gözümüz öyle alışmaya başladı ki onları anlatmakta, anlamakta hiç zorlanmıyoruz. Hepsi birbirine çok benziyor göçmen karşıtlığıyla oy topluyorlar. Söylemleri, iletişim çalışmaları birbirleriyle çok örtüşüyor. Mesela İtalyan Salvini’nin Lig Partisi ile Fransız Le Pen’in Ulusal Cephesi ile büyük benzerlikler göze çarpıyor. Hatta Fransa’da bir gazete bu benzerlikleri ti’ye alarak Salvini’den “İtalyanca dublaj yapılmış Le Pen” diye bahsediyordu.

5 Yıldız Hareketi popülist olarak anılsa da kesinlikle sağcı bir parti değil. Ancak solcu olduğunu da söyleyemeyiz. Ne sağcı ne solcu olan bu tavrıyla kendisini merkezde konumlandırdığını da söylemek mümkün değil. Açıkçası onun siyasetteki yerini tam olarak söylemek için elimizde yeterli veri yok. Farklı konularda bambaşka tavırlar alabilmesinden kaynaklı, tanımlanması, açıklanması çok zor bir parti.

Mevcut düzene tamamıyla karşı bir parti olarak bir önceki seçimlerden önce kurulan partinin kökleri, 2009’da kurulan bir internet sitesine dayanıyor. Partinin iki ana kurucusu var; birisi İtalya’nın ünlü komedyenlerinden Beppe Grillo ve daha sonra partiyle ilişkileri zayıflayan internet girişimcisi Gianroberto Casaleggio.

İnternet sitesi aracılığıyla oluşturdukları kitle ile çok başarılı bir siyasal pazarlama yapan ikili ellerine geçirdikleri yüz binlerce kişisel veri ile gelecekte yapacakları mitingler başta olmak üzere her türlü siyasi organizasyonda diğer partilerden daha çabuk organize olabildiler. Girdikleri iki genel seçimle siyaset sahnesinde ilham verici, efsanevi bir hikayenin mimarlığını yapmış oldular. Tabii esas başarı Beppe Grillo’nun.

Popülist palyaçonun rolü

Beppe Grillo hareketin kuşkusuz her şeyi. Başarılı muhalif bir komedyen olarak 2009 krizinin ardından etrafına topladığı milyonları bir “harekete” dönüştürdü. 5 Yıldız’ın hareket olarak anılmasının sebebi de kendisi çünkü 5 Yıldız’ın parti olarak anılmasına karşı çıkıyor, “Biz parti değiliz” diyor. Bu bağlamda da partiyi diğer partilerden ayırmak için “hareket” sözcüğünü kullanıyor.

Beppe Grillo da rakipleri olan aşırı sağcılar gibi gündem olmak ve gündem yaratmakta çok başarılı. Her adımını ilginçleştirebiliyor. İyi bir sosyal medya kullanıcısı. Çok iyi yönettiği ve İtalya’da çok popüler olan bir blog sayfası var.

Beppe Grillo her ne kadar hareketin sırtlayıcısı olsa da hareketin resmi lideri olamıyor çünkü yıllar önce karıştığı bir trafik kazasında ölüme sebep vermesinden dolayı geçmişi kirli. Değişim isteyen İtalyanların başbakan adayının bir sabıkalı olması mümkün değil, bu yüzden Beppe Grillo gölge bir lider olarak hareket ediyor. Onun yerine liderlik görevini henüz üniversiteyi bitirmemiş ve herhangi bir iş tecrübesi olmayan Di Maio isimli bir parlamenter yürütüyor.

Rakipleri ve The Ekonomist tarafından popülist palyaço olarak anılsa da İtalya’nın “Bu düzen değişsin” diyen dar gelirli güneyli seçmeni tarafından çok seviliyor. Bu fakir güneyliler her seçimde yaptıkları sürprizlerle İtalya’nın geleceğini beliyorlar. Beppe Grillo bunu bildiği için bu kitleye çok önem veriyor ve onlara diğer partilerin karıştığı skandalları anlatarak kolektif hafızalarından çok iyi bir şekilde yararlanıyor.

Sosyal medyada 5 Yıldız

Hareketin sosyal medyayı kullanmadaki becerileri bize Obama’nın 2008 seçim kampanyasını hatırlatıyor. Değil İtalya’ya, tüm dünyaya örnek olabilecek şekilde adeta bir dijital ajansmış gibi çalışıyorlar.

Reddit, Facebook, Twitter ve kişisel blog’ları başta olmak üzere önemli etkileşimler yaratıyorlar. Kurdukları telefon uygulaması ise bir partinin telefon uygulamasının nasıl daha eğlenceli ve renkli olabileceğini gösteriyor. Kendi aralarında yarıştıkları bu uygulamada partililer, 200 puan kazanmak için Facebook profil resimlerini 5 Yıldız’ın logosu ile değiştiriyorlar. Bunun gibi pek çok hedefe yönelik eğlenceli aktiviteyle 5 Yıldız çok başarılı bir mecra kullanımı yapmış oluyor.

5 Yıldız Hareketi’nin başarısının sebepleri  

İyi sosyal medya kullanımı ve çok başarılı influencer bir komedyen lider ile 5 Yıldız’ın başarısı açıklanmaya çalışılabilir. Bunlar çok önemli etkenler olsa da partinin esas çıkış noktasının ve ona bağlı yapılan konumlandırmasının başarının ana sebebi olduğunu söylemek daha doğru olur.

Bu parti patinaj çeken İtalyan siyasetinde tüm partilerden farklı konumlanmayı en temel strateji olarak belirledi. Bu yüzden kendisine parti denmesini bile engelleyerek “hareket” denmesini sağladı.

Bu konumlandırmayla hiçbir partiye benzememeyi kendisine görev edindi. Sağda veya solda tanımlayamamamızın sebebi de bu. Kendi kitlesiyle internet üzerinden kurduğu ilişkinin de bir getirisi olarak hedef kitlesinin farklı olaylara farkı yaklaşımları olduğunu çok iyi bilen bir parti görüntüsü verebiliyor. Mesela çok liberal bir şekilde eşcinsel ve kadın haklarını savunurken, bir yandan da aşırı sağcılarla beraber göçmen karşıtı bir pozisyon alabiliyor. AB konusunda çelişkili mesajlar verse de aşırı sağcıların aksine AB’yi tam olarak da düşman ilan etmiyor. Almanya’daki yeşiller gibi çevreci mesajları da parti gündeminden eksik etmiyor.

Popülist olarak tanımlanma sebepleri de yoksullara vermek üzere planladığı yardımlar. Her işsize iş buluncaya kadar ödenecek büyük meblağlardan bahsetmesi, seçim boyunca rakipleri tarafından, özellikle Demokratik Parti tarafından çok eleştirildi. Ülkenin böyle bir parası olmadığını ve boş vaat olduğunu söyleyenlerin sayısı çoğunluğu oluştursa da parti bu söylemlerle yoksul kesimde büyük bir ilgi topluyor.

Sistem dışı partilerin başarısının nedenleri ayrı bir yazının konusu olabilir ancak çok kısa değinmek gerekirse; insanlar kapitalizmden çok yorulmuş durumdalar, işsizlik artıyor, hayat pahalılaşıyor, orta sınıf eriyor. Bu durum insanları kurulu düzen karşıtı yapıyor. İnsanlar ne istediklerini bilmiyorlar ama düzeni değiştirmek için en çılgın adamlara oy verebiliyorlar.

5 Yıldız’ın durumu da tam olarak böyle. Bir komedyenin gölge lideri olduğu, üniversiteyi bitirememiş ve iş tecrübesi olmayan 30 yaşındaki bir gencin resmi lider olduğu partiyi, “düzeni değiştirirse bu deliler değiştirir” diye destekliyor. Bu ekonomik kırılma dünyanın her yerinde yeni oluşumlara büyük fırsatlar yaratıyor. İşte 5 yıldız da bu sayede yüzde 32.22 oy alarak birinci parti çıkabildi.

İtalyan kaynaklarına ulaşmamı sağlayan sevgili dostum Matteo Zanetto’ya çok teşekkürler.

Gracias a Matteo Zanetto por ayudarme a encontrar las fuentes italianas

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign’in 37. sayısında yayımlandı.