Lire dergisi tarafından “Geleceğin 50 yazarı” arasında gösterilen Aslı Erdoğan’ın Kabuk Adam isimli ilk romanını Erge Güçlü yorumladı.

Erge Güçlü (24)

Business Intelligence Executive, MEC / groupM

 

 

Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına aynı kara büyü ayinlerindeki gibi dönüşebilir çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir.”

Karayipler’e gitme arzusu uyandıran, hindistan cevizi ağaçlarından okyanus kenarında esen rüzgara kadar hissettiren naif ve oldukça başarılı bir Aslı Erdoğan romanı Kabuk Adam. Uzun öykü – kısa roman olarak adlandırabileceğimiz bu kitap; iç dünyasında yalnız, kendince korkuları ve pişmanlıkları olan, çeşitli travmatik anılara sahip, istediği gibi sevilmemiş bir fizikçinin Karayipler’de katıldığı uluslararası bir konferansta istridye kabukları satan kabuk adam Tony ile tanışması ve beraberinde gelen alışılmışın dışındaki aşkı konu alıyor. Adanın yerlisi Tony ve elit olarak adlandırdığımız tabakadan başarılı bir fizikçinin hayat görüşleri, yapay unvanlarımız, özümüzde kim olduğumuz, yalnızlıklarımız ve fazlalıklarımızla örülmüş bir karşılaşma hikayesi. Bir otobiyografi romanı değil ancak yer yer samimi itiraflar içerdiğini düşünüyorum. Ayrıca sağlam betimlemeler ve içsel hesaplaşmalara rağmen oldukça akıcı bir dili var.

Her kadın hayatında bir kabuk adam ile tanışır. Bunun farkına varır ya da varmaz ama tanışır. O kabuk adamı hayatında tuttuğu kadar da mutludur sanırım. Dış görünüşü, yaptığı işi, çevresi ve kültürüyle değil yalnız kim olduğuyla ve sizi nasıl sevdiğiyle ilgilendiğiniz; evreni yeniden yaratabileceğiniz biri. “Kabuk adam” derken cinsiyetsiz olarak kodluyorum; yanındayken tüm kimliklerinizden sıyrılabildiğiniz kişi olarak düşünebilirsiniz.

Bazen alınan diplomalar, kazanılan dereceler, çekim yasası, kozmoloji, bilim insanı olmak filan hiçbir şey ifade etmiyor. Bazen sadece bir kişi hakkındaki her şeyi bilmek istiyorsunuz. O kişinin tüm dehlizlerini açmak ve sadece onun hikayesini anlamak dünyanın sırrını bilmek kadar değerli oluyor. Egzotik bir adaya mı, doğuya mı, batıya mı yoksa iyi hissettiren bir insanın yanına mı aitsiniz? Aidiyet nedir? Gerekli midir?

Siz de kitabı bitirdikten sonra kendinize sorular çıkaracaksınız; buruk ama tatlı sorular.

Kabuk adam ve fizikçi arasında geçen bir diyaloğu aşağıya bırakıyorum. Kitapta altını çizdiğim bölümlerden biriydi. Bir haftasonunuzu bu kitaba ayırmalısınız. Pazartesi bir şeyler değişmiş olacaktır hayatınızda. Mutlaka.

Keyifli okumalar !

“Sen ne iş yaparsın?”

“Fizikçiyim”

“Fizik nedir?”

“Fizik… Yani biz, fizikçiler, maddeyi araştırırız.”

İlk kez böyle bir soruyla karşılaşmıştım, hiç kolay değildi üstelik Tony madde kavramından habersizdi.

“Yani, doğal olayları, doğayı inceleriz”

“Okyanusu,balıkları filan mı?”

“Pek öyle sayılmaz. Daha çok cansız varlıkları. Demek istediğim…Örneğin elmaların neden yere düştüğünü…”

Bu sefer kafası iyice karışmıştı.Uğraşacak daha önemli bir konu bulamadığım için de biraz acımıştı bana.

“Aslında, ben yazarım. Benim işim öyküler anlatmak.”

İşte ancak o zaman, öyküler anlattığımı söylediğimde, Tony beni benimsedi; onun için gerçek bir insan olmayı o anda başardım çünkü gerçek bir iş ile uğraşıyordum.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Kasım 2017 sayısında yayımlanmıştır.