Kitap eleştirisi: Koleksiyoncu

John Fowles’un birçok yayınevinden geri çevrilse de büyük bir başarı yakalayan ve sonrasında filmi dahi çekilen kitabı Koleksiyoncu’yu Erge Güçlü anlattı.

Erge Güçlü (24)

Business Intelligence Executive, MEC / groupM

 

 

Koleksiyoncu, John Fowles’un birçok yayınevinden geri çevrilen ancak yayınlandığında da kendisine bugünkü ününü getiren ilk romanı.

İngiliz edebiyatının önde gelen yazarlarından Fowles, genelde “Büyücü” ve “Fransız Teğmenin Kadını” romanlarıyla bilinir ama bana sorarsanız en iyi romanı “Koleksiyoncu”.

Bu kitap bir kelebek koleksiyoncusunun bir resim öğrencisine olan tutkulu ve hastalıklı aşkını anlatıyor demek oldukça sığ bir özet cümlesi olur.

Bu kitap “Unutmak insanın yapacağı değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi” diyen bir koleksiyoncunun sevme şeklini anlatıyor. Dünyada yüzlerce sevme şekli var; bu onlardan sadece bir tanesi. Biraz tehlikeli, biraz saf, biraz iddalı, biraz şizofrenik, biraz bizden, biraz alışmadığımız cinsten.

Bu kitap bir kelebek koleksiyoncusunun tıpkı hapsettiği kelebekler gibi aşık olduğu resim öğrencisini de eve hapsederek ona sahip olacağına inanışını anlatıyor.

Bu kitap bize tutku adına yapılabilecekleri anlatıyor ve çok daha fazlasını.

Bu bir işkence öyküsü değil. “Ben onun deliliğiyim. Yıllar boyu deliliğine bir özne arıyordu sonunda beni buldu” diye betimliyor bu durumu resim öğrencisi. Tam olarak böyle.

Bir odanın içerisine hapsettiği resim öğrencisi Miranda’nın her isteğini ona veriyor koleksiyoncu. Her istediğini almaya ve yapmaya çalışıyor. Tek istediği onunla kalması.

Dışarda olsa onu aşırı mutlu edecek her şeye sahip olmasına rağmen yaşadığı bu hapis hayatı Miranda’yı delirtiyor. Miranda resimle, sanatla hayata tutunan bir karakter; koleksiyoncuyu ise hayata tek bağlayan şey Miranda. Onunla yaşıyor, onunla varoluyor, onunla yok oluyor.

Kitabın ilk kısımında koleksiyoncunun, ikinci kısımında ise resim öğrencisi Miranda’nın ağzından dinliyoruz olayları. Bu, kitabın en güzel taraflarından biri. İki farklı bakış açısı, iki farklı kafa yapısı, iki farklı sınıf, iki farklı dünya.

Kelebek koleksiyoncusu ve resim öğrencisi arasındaki diyaloglar öylesine başarılı ki sadece bir psikolojik gerilim romanı okumuyor aynı zamanda sınıf farkı, varoluşçuluk ve tutkuyu da irdeliyorsunuz.

Kitabın filmi de mevcut. Ben izlemedim; izlemeyeceğim de. Bence okuyun. Okumayı tercih edin. Yönetmen değil, siz karar verin ana karakterlerin yaşadıkları evin halısının rengine. Siz karar verin odanın ışığına, ana karakterin bir cümleyi sarfederkenki mimiğine. Hayal gücünüze güvenin. Hayal gücü, kelimelerin ilkel ve ham kalmasını engelleyen bir tamamlayıcı unsur ne de olsa.

Bu kitap Fowles’un dediği gibi “Her insan kendisi için bir giz olmalıdır” sözüne inananlar için.

Keyifli okumalar.

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Ekim 2017 sayısında yayımlandı.