Süper kahraman filmlerinin evrimi

Sabırsızlıkla beklenen “Thor: Ragnarok” ve “Justice League / Adalet Takımı” filmlerinin çarpışmasına ortak olacağımız Kasım ayına girmişken süper kahraman filmlerinin nereden nereye geldiğine yakından bakmakta fayda var.

Alp Turgut (28)

Filmdoktoru.com

 

 

Yeni bir tür doğuyor

İlk çizgi romandan uyarlanan süper kahraman temalı uzun metrajlı film olarak kabul edilen “Superman” 1978 yılında vizyona girdiğinde görsel efektler günümüzdeki kadar ileri olamasa da aldığı pozitif eleştiriler yeni bir türün başladığının sinyallerini vermişti. Christopher Reeve’in özdeşleştiği Superman’le Gene Hackman’ın farklı bir yorumla sunduğu Lex Luthor arasındaki kapışma sadece Amerika’nın değil tüm dünyanın da ilgisini çekti. Warner Bros. stüdyolarının yaklaşık altı katı kadar gelir elde ettiği; 55 milyon dolara çekilen ve 300 milyon dolar gelir getiren DC Comics’in Superman’i bir bakıma bu türün ne kadar para getirebileceğinin canlı kanıtı niteliğindeydi. Film, 3 dalda Oscar adaylığı almakla beraber Reeve’e de BAFTA Ödülü getirdi. Devam filmlerini zaman kaybetmeden vizyona sokan Warner Bros., 1980, 1983 ve 1987 yıllarındaki üç başarısız devam filmiyle ilk süper kahraman niteliğindeki Superman’i neredeyse yerin dibine soktu. Aldığı olumsuz eleştiriler sonucunda süper kahraman filmlerine ara veren stüdyonun bu hamlesi aslında bu tür filmlerin ne kadar ince çizgide yer aldığının bir göstergesiydi. Yeni bir kahraman arayışının ardından Warner Bros.’un 1989’da seyirciye sunduğu Tim Burton’ın yönetmenliğini üstlendiği 35 milyon dolar bütçeli “Batman”, sadece aldığı olumlu eleştirilerle değil, aynı zamanda 411 milyon dolar gişe başarısıyla döneme damgasını vurdu. Michael Keaton’ın Batman yorumunun övüldüğü ve Jack Nicholson’ın performansıyla Altın Küre adaylığı aldığı filmin 1 Oscar Ödülü ve 6 BAFTA adaylığı bulunuyor. Fakat Batman filmlerinin sonunu da stüdyonun para hırsının getirdiğini söylemek abartı olmaz. 1992 yılındaki “Batman Returns / Batman Dönüyor” filmini saymazsak Warner Bros., 1995 (Batman Forever / Batman Daima) ve 1997 (Batman & Robin) yıllarında yayınlanan gelmiş geçmiş en kötü filmler arasında gösterilen devam filmleriyle bu karakteri de bitirmeyi başardı. Bu dönemde vizyona giren “The Crow / Karga” (1993), “Men in Black / Siyah Giyinen Adamlar” (1997) ve “Blade / Bıçağın İki Yüzü” (1998) filmleriyle bizlere farklı bir seyir sunmayı başaran stüdyolar bir nevi bu yeni türün tam anlamıyla kendini bulmasına katkı sağlamayı başardı ve 2000’lerle beraber farklı bir sinema dönemine girmiş bulunduk. Artık fantastik sayılan bu türü daha farklı bir isimle anmaya başlayacaktık.

Fantastik türden süper kahraman türüne geçiş

2000’den 2005 yılına kadar oldukça hızlı bir geçişe şahitlik ettiğimiz bu dönemin açılışını Bryan Singer’ın “X-Men” (2000) filmi yaptı. 90’larda çizgi filmiyle büyüyen neslin bir anda hayallerini gerçeğe dönüştüren film başta Wolverine, Cyclops ve Magneto olmak üzere birbirinden havalı karakteri beyaz perdeye taşıyarak bir ilki gerçekleştirdi. Neredeyse ilk defa mutasyona uğrayarak süper özelliklere sahip olan insanları daha doğrusu “mutant” bireyleri odak noktasına taşıyan film, yeni yüzyılın gelişen teknolojisi sayesinde yepyeni bir seyir sunmayı başardı seyirciye. Bir yandan farklı insanlar üzerinden ırkçılığı eleştirirken diğer yandan eşcinsellere yapılan ayrımcılığa dikkat çekmesiyle sosyolojik konulara farklı bir şekilde değinen filmin yaş sınırına gerek olmayan içeriği genç izleyici kitlesinin ilgisini fazlasıyla çekmeyi başardı. Hollywood’un uyanmasını sağlayan bu başarıyla beraber 2002 yılında Sam Raimi’nin çektiği “Spider-Man / Örümcek-Adam”ın vizyona girmesi ise süper kahraman filmleri için gerçek bir dönüm noktası oldu. 140 milyon dolarlık bütçesiyle dünya çapında 821 milyon dolar gişe yaparak gelmiş geçmiş en fazla gişe yapan süper kahraman filmi olan Örümcek-Adam’ın başarısı sadece bununla kalmadı. Görsel efektlerin hiç olmadığı kadar etkileyici bir şekilde kullanıldığı filmin halkın içinden bir lise öğrencisini odak noktasına taşıması izleyiciyle karakterin yakınlaşmasını sağladı. Marvel’ın en sevilen karakteri olmasının yanında 1960’lardan beri hayranı olan çizgi romanseverlere ve yine 90’larda yayınlanan çizgi filmleri izleyen kitleye hayallerini sunan filmde işlenen “Büyük güçle beraber büyük sorumluluk gelir” mesajı süper kahraman kişiliğini bir üst seviyeye taşımayı başardı. 11 Eylül sonrası ortaya çıkan kahraman ihtiyacının bir dışa vurumu olarak görülebilecek bu filmlerin başarısının kaynağının az da olsa bundan kaynaklandığını söylemek mümkün. Örümcek-Adam’dan sonra artık süper kahramanların amacı dünyayı insanlığı tehdit eden kötülerden kurtarmaktı.

X-Men ve Örümcek-Adam’ın başarısı tabii ki Superman ve Batman filmlerinde olduğu gibi devam filmlerini getirdi. Fakat bu hatalardan ders alan 20th Century Fox ve Columbia Pictures stüdyolarının sunduğu devam filmleri gelişen görsel efekt ve daha olgun senaryolarla seviyeyi yükseltmeyi başardılar. Arada çok da başarılı olmayan hatta olabildiğince kötü “Daredevil / Korkusuz” ve “Catwoman / Kedi Kadın” gibi örnekler çıksa da 2003 ve 2004 yıllarında vizyona giren “X-Men 2” ve “Spider-Man 2 / Örümcek-Adam 2”, karakterlerin kendileri içerisindeki hesaplaşmaları öne çıkararak hem hikaye anlatımında hem de görsel şov anlamında seyirciye çizgi roman filmlerinin ne kadar olgun olabileceğini kanıtladı. Wolverine’in köklerine inanarak geçmişiyle hesaplaştığı ve kendini kabul ederek X-Men arkadaşlarıyla bir aile olduğu X-Men 2’yle yine kendi sorumluluklarıyla yüzleşen Örümcek-Adam’ın muhteşem görsel efektlerle bezenmiş Dr. Octopus’la olan efsanevi savaşını izlediğimiz Örümcek-Adam 2 filmleri döneme damga vurmayı başardı. Bu iki film hala tüm zamanların en iyi süper kahraman filmleri arasında listelenmeye devam ediyor. Fakat 2005 yılında beklenmedik bir kahramanın geri dönüşüyle her şey bambaşka bir hal aldı. Artık çizgi roman uyarlamalarında yeni bir kapı açılacaktı. Daha felsefi derinliği bulunan, politik, evrensel, karanlık ve ciddi bir kapı.

Ticari kaygılardan arınan türün sanatsal başyapıtlar sunduğu bir dönem

2005 yılının süper kahraman ve çizgi roman filmleri açısından keskin bir geçişe şahitlik ettiğini söyleyebiliriz. Frank Miller ve Robert Rodriguez’in önderliğindeki “Sin City / Günah Şehri”, çizgi roman sayfalarından fırlamış görüntü yönetmenliği ve 17 yaş üstü içeriğiyle seyirciye bambaşka bir film sunmakla kalmadı, ayrıca türün ne kadar ileri gidebileceğinin ilk örneklerinden biri oldu. Bunu izleyen 1988 yılındaki Alan Moore’un kaleme aldığı ve aynı adlı çizgi romandan uyarlanan “V for Vendetta”, faşizm ve kapitalizm karşıtı cesur politik duruşuyla seyirciye ilk süper anti-kahramanlardan birini sunarak içeriği gibi devrim yarattı. Bu noktada yaklaşık 70’er milyon dolara çekilen ve iki katı kadar gelir getiren iki filmin de yaş sınırı itibarıyla yaptığı az gişeye dikkat çekmek gerekiyor. Bunları izleyen üçüncü film ise tanıdık bir kahramanı ele almasına rağmen oyuncak ve gişe satışı kaygısı bulunmayan farklı atmosferiyle türü baştan yazdı.  Christopher Nolan’ın karakterin küllerinden doğmasını sağlayan Christian Bale ve Liam Neeson’ın başrollerini paylaştığı “Batman Begins / Batman Başlıyor”, Batman’in hak ettiği karanlık tonu olabildiğince gerçekçi ve yetişkin bir içerikle seyirciye felsefi düzeyi yüksek, eşi benzeri bulunmayan bir seyir keyfi sundu.

Nietzsche’nin geliştirdiği özellikle Böyle Söyledi Zerdüşt adlı eserinde açık bir şekilde tanımladığı felsefi terimlerden birisi olan Üstinsan (Übermensch) modelini ve bengi dönüşü odak noktasına alan Nolan’ın hiçbir özel gücü bulunmayan Bruce Wayne karakterini bir üst seviyeye taşıması, filmin çizgi roman sayfalarından daha gerçekçi bir düzleme oturmasını sağladı. 150 milyon dolarlık bütçesiyle 300 milyon dolar gibi potansiyelinden düşük gelir getiren filmin ticari kaygısı bulunmaması da filmin aldığı riski ortaya koymakta. Süper kahraman filmlerinin de gerçekçi olabileceğine ilk defa tanıklık eden stüdyoların asıl farkındalığı ise türün “The Godfather / Baba”sı olarak kabul edilen gerçek bir başyapıt olan 2008 yılındaki serinin ikinci filmi “The Dark Knight / Kara Şövalye” filmiyle gerçekleşti.

“X-Men: The Last Stand / Son Direniş” (2006), “Superman Returns / Superman Dönüyor” (2006), “Ghost Rider / Hayalet Sürücü” (2007) ve “Örümcek-Adam 3” (2007) gibi Nolan’ın karanlık tonunu takip etmeye çalışan başarısız filmlerin ardından vizyona giren Kara Şövalye sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Heath Ledger’ın insan üstü Joker performansıyla Oscar aldığı film, karanlık atmosferi, Nietzsche ve George Orwell’den esinlenen felsefi teması, politik alt metni ve üst düzey tekniğiyle adını sinemanın başyapıtları arasına yazdırmayı başardı. Kaliteyle beraber gişe başarısının da geldiği film, 1997 yılındaki “Titanic / Titanik”ten sonra 1 milyar dolar gişe başarısını getiren ikinci filmi olma özelliğini kazandı. 2 dalda kazandığı ödülle geri döndüğü 8 dalda Oscar adaylığının yanı sıra BAFTA’dan Altın Küre’ye kadar sayısız festivalden ödülle dönen ve Akademi’nin 5 filmlik en iyi film Oscar adaylığı kontenjanının 10 adaylığa çıkarılmasını sağlayan Kara Şövalye, bir anda kendinden sonraki tüm filmlerin kıstası haline geldi. Öte yandan, “300” (2006), “Watchmen” (2009) ve “Kick-Ass / Göster Gününü” (2010) gibi yaş sınırı bulunan V for Vendetta ve Günah Şehri filmlerinden esinlenen yeni filmlerin beğenilmesine ek olarak Batman Başlıyor sayesinde başlangıç hikayelerinin tuttuğunu gören stüdyoların bu dönemde vizyona giren Marvel çıkışlı “Iron Man / Demir Adam” (2008), “Thor” (2011), “X-Men: First Class / Birinci Sınıf” (2011), “Captain America: The First Avenger / Kaptan Amerika: İlk Yenilmez” (2011) ve “The Amazing Spider-Man / İnanılmaz Örümcek-Adam” (2012) filmlerinin başarıları ise yeni bir dönemin başlangıcının temellerini attı.

Çoklu karakterlere geçerek gişeye oynama dönemi

2012 yılında üçlemeyi mükemmel bir şekilde tamamlayan ve 1 milyar dolardan fazla gelir getiren “The Dark Knight Rises / Kara Şövalye Yükseliyor”, Tom Hardy’nin harikulade performansıyla unutulmaz bir kötü karakter sunarak türde bir dönemi sonlandırırken yine aynı sene vizyona giren “The Avengers / Yenilmezler” sevilen süper kahramanları bir araya getirerek bir ilki gerçekleştirdi. 1.5 milyar dolar gişe yaparak çoklu süper kahraman filmlerinin ne kadar sevildiğini gösteren Yenilmezler sonrasında gelen tüm filmler birden fazla sevilen renkli karakteri filme dahil etmeye başladı. Bir noktadan itibaren artık devam filmleri tek bir karakterin ismini taşısa bile tüm karakterleri anlatıyordu. Bunun en güzel örneği kuşkusuz Kaptan Amerika serisinin güya üçüncü filmi olan “Civil War / İç Savaş” (2016). Seyircinin Demir Adam’dan Örümcek-Adam’a kadar her karakteri izleme şansı edindiği filmin Yenilmezler’in devamından bir farkı bulunmuyordu. Bu sefer geride kalan DC ve Warner Bros. stüdyolarının Marvel’a cevabı ise 2013 yılındaki “Man of Steel / Çelik Adam” ve spontane gelişen devam filmi “Batman v Superman: Dawn of Justice / Adaletin Şafağı” oldu. Marvel’ın formülünü Nolan’ın atmosferiyle seyirciye sunmaya çalışan film, gişe kaygısı nedeniyle aceleye gelmesi sebebiyle kendini gelmiş geçmiş en kötü çizgi roman filmleri arasında buldu. Bu aslında birden çok süper kahraman bulunduran filmlerinin kendilerini çok da ciddiye almadıkları takdirde mizahi açıdan zengin esprilerle seyirciye ilgi uyandırdığının göstergesiydi. Bu dönemde fragmanların izleyicilere çok fazla sürprizbozan göstermesi de bir diğer sorun olarak su üstüne çıktı. Seyircinin ilgisini çekmek için filme sürpriz niyetine eklenen sahnelerin fragmanlara koyulması stüdyoların gişe kaygısını özetler nitelikteydi. Örümcek Adam’ın “İç Savaş”ta olduğunu, Wolverine’in “X-Men: Apocalypse / Kıyamet”de göründüğünü ve “Batman v Superman”de Wonder Woman’ın da olacağını filme gitmeden öğrenmiş olduk. Hatta “Batman v Superman” çıtayı biraz daha ileriye götürerek fragmanlarla filmi özetleyerek kendi başarısızlığının mimarı oldu. Sonrasında gelen “Doctor Strange / Doktor Strange” (2016) ve “Spider-Man: Homecoming / Örümcek-Adam: Eve Dönüş” (2017) gibi filmlerle Marvel, aynı mizahı ve hikaye örgüsünü farklı süslerle seyirciye sunarak standart başarısını devam ettirdi. DC ise hatalarından ders alarak “Wonder Woman”la adından söz ettirmeyi başarırken 20th Century Fox “X-Men: Days of Future Past / Geçmiş Günler Gelecek”le seviye atlayan X-Men filmleriyle kaliteyi bozmadı.

Peki gelecekte bizi ne bekliyor?

Marvel’ın birden fazla süper kahraman barındıran birbirinin devamı niteliğindeki filmlerinin aslında televizyon dizisinden farklı olmadığını belirtmek gerek. Hatta bunu Marvel Stüdyoları da fark etmiş olacak ki Daredevil, Luke Cage, Iron Fist ve Jessica Jones gibi birden fazla ünlü karakterini Netflix üzerinden televizyon dizisi olarak devam ettirmekte. Bu ay vizyona giren ve aynı formülleri kullanan “Thor: Ragnarok” ve “Justice League / Adalet Takımı” filmleriyle de çok farklı bir deneyim yaşayacağımızı düşünmüyorum. Öte yandan, 17 yaş sınırı bulunan yetişkin içeriğine rağmen potansiyelinden oldukça fazla gişe yapan ve derin senaryolarıyla dikkat çeken 20th Century Fox’un X-Men filmlerinin devamı niteliğindeki “Deadpool” (2016) ve “Logan” filmleri, süper kahraman türünde farklı bir uyanışın habercisi oldu. Açıkçası “Logan”ın 2017’nin en iyi filmlerinden biri olduğunu düşündüğümün altını çizmem gerek.

Peki ileriki yıllarda bizleri nasıl süper kahraman filmleri bekliyor? İnanıyorum ki serüvenleşen kahramanları izlemeye daha doyurucu bir şekilde vakit geçirme şansı bulduğumuz dizilerle yola devam edeceğiz. Sinema salonlarında ise gişe kaygısı bulunmayan, felsefi değeri daha yüksek, içinde bulunduğumuz toplumun getirdiği kısıtları ve yarattığımız değerlerin gerçek olup olmadığını sorgulatan V for Vendetta, Kara Şövalye ve Logan gibi sanatsal değeri yüksek filmleri daha sık izleme olanağı bulabiliriz. Serüvenler televizyon dizilerine dönerken temel ve kalıcı olanlar ise ilkler ve sanatsal değer taşıyan başyapıtlar olacak. Zaten başyapıtların da özelliği oldukça az ve öz olmaları değil midir?

Bu yazı ilk olarak JR. by Campaign Kasım 2017 sayısında yayımlanmıştır.